24 Eylül 2010 Cuma

‘Tayyip ekonomisi’ne yeni anayasa lazım


“AKP seçim ekonomisi mi uygulayacak?” tartışmaları süredursun, “Tayyip Erdoğan ekonomisi” ülkenin bir gerçekliği haline çoktan geldi. Buna göre ülkede artık bir “padişah ödeneği” var ve Başbakan kamuyu zarara uğratmak, zimmet, anayasanın eşitlik ilkesinin ihlali gibi suçlardan muaf... Ama yine de “hukuk”un Tayyip Erdoğan ekonomisine tam anlamıyla uydurulabilmesi ve Erdoğan’ın yasalar üstü bir konuma yerleşebilmesi için “yeni anayasa” ve başkanlık rejimi gerekli görünüyor.
8 Eylül’de yayınlanan IMF “4. Madde Konsültasyon Raporu” hükümetten bir kez daha mali kuralı yasalaştırmasını talep etti. Kamu bütçesinin milli gelire oranına sınır koyan “mali kural” uygulaması, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın şiddetle savunduğu ve 2010-2012 Orta Vadeli Programı’na da koydurttuğu bir madde. AKP hükümeti IMF anlaşması olmadan da IMF direktiflerine uygun ekonomi politikalar yürütmesine karşın, “mali kural” meselesinde hükümetin içine de yayılan bir gerginlik söz konusu.
Bu uygulamayı bir süre daha ertelemek isteyen Başbakan Erdoğan, televizyonda yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: “Burada oranlar noktasında bir sıkıntı var. Çünkü biz IMF’den zaten sıyrıldık. Şimdi IMF’den sıyrılmışken bizim kendi içimizde IMF oluşturmamızın anlamı yok”. Başbakan Erdoğan bu sözlerinin ardından da mali kuralın yasalaşacağının, ancak bunun seçim sonrasına bırakılacağının işaretini vermiş ve şöyle konuşmuştu: “Mali kural yasalarla niye dayatılsın? Erteleyelim ama bunu daha sonra gündemimize alalım. Bizim yapmamız gereken ülkede yatırımları süratle yapmak. Eğer biz yatırımlarda kısmaya, kısıtlamaya gidersek ülkemizin kalkınma sürecini hızlandıramayız. Büyümeyi hızlandıramayız. ”
Bu tartışma, “AKP seçim ekonomisine mi yöneliyor?” sorusunu beraberinde getirdi. Oysa AKP’nin seçim ekonomisi uygulayıp uygulamayacağından bağımsız olan bir başka gerçeklik gözden kaçıyor: “Tayyip Erdoğan ekonomisi” doludizgin yola devam ediyor.
Artık bir “padişah ödeneği” var…II. Abdülhamid 20 Aralık 1881 tarihli “Muharrem Kararnamesi”yle Duyun-u Umumiye’yi kurdurttuktan sonra bütçeden padişahın ülkedeki ve yönetimdeki nüfuzunu artırmak üzere bir “padişah ödeneği” de ayrılmaya başlanmıştı. Dünya basketbol şampiyonasında finale çıkan Türkiye milli takımı oyuncularına örtülü ödenekten 28,5 milyon TL ödül veren Başbakan Erdoğan’ın da örtülü ödeneği bir çeşit “padişah ödeneği” olarak algıladığı söylenebilir. Örtülü ödeneğin ne şekilde kullanılabileceğinin yasalarla belirleniyor olması ise basketbolcuları yarı final maçı sonrasında telefonla arayarak ödeneğinden onlara “bahşiş vereceğini” duyuran Başbakan’ı durdurmadı.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu’nun 24. maddesine göre düzenlenen örtülü ödeneğin tanımı ve kullanım alanları şöyle: “Örtülü ödenek; kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Hükümet icapları için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine konulan ödenektir.” Maddenin devamında örtülü ödeneğin “padişah ödeneği” anlamına gelmediği ise şu cümleyle ifade ediliyor: “Örtülü ödenek bu amaçlar dışında ve Başbakanın ve ailesinin kişisel harcamaları ile siyasi partilerin idare, propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılamaz.”
Yasadaki tanımların açıklığına rağmen Erdoğan’a göre artık bir “padişah ödeneği” var. Duyun-u Umumiye uygulamaları zaten tamamdı; “Tayyip Erdoğan ekonomisi”yle padişah ödeneği de tamam oldu…
Kamu yararı da neymiş?5018 sayılı kanunun 71. maddesine göre kamu zararı şu anlama geliyor: ““Kamu zararı, mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır.” Aynı maddenin devamında kamu zararının nasıl belirleneceği tanımlanırken, (g) fıkrasında “mevzuatında öngörülmediği halde ödeme yapılması” da kamu zararı kapsamında değerlendiriliyor.
Ancak Tayyip Erdoğan ekonomisinde Başbakan söz konusu olduğunda kamu yararı ve kamu zararı ilkelerinin bir hükmünün bulunmadığı görülüyor. Anayasa değişikliğiyle birlikte artık bu tür soruların sorulması daha da abesle iştigal haline geldi. Başkanlık tartışmaları ise Tayyip Erdoğan ekonomisini bütünüyle anayasa ve yasalarla uyumlulaştıran bir adım olacak ve süreci mantıksal sonucuna vardıracak.
Zimmet suçu işlemenin tek bir yolu mu var?Bu dönüşümün hızlı ve kapsamlı olması şartı bulunuyor. Zira kanunlarda halen Tayyip Erdoğan ekonomisine kıymık batırabilecek bazı incelikler de mevcut. Mesela Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Dair Suçlar” başlığını taşıyan bölümünün 247. maddesinde zimmet suçuna getirilen tanım bunun bir örneği… Şöyle söylüyor kanun: “Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Yani suç sadece kamu görevlisinin “görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilen” malı kendi zimmetine geçirmesiyle işlenmiyor. Kanuna göre, kamu görevlisinin korumakla ve gözetmekle yükümlü olduğu malı “başkasının zimmetine” geçirmesi de aynı suç kapsamında değerlendirilerek, beş ila on iki yıl arasında hapis cezasıyla cezalandırılıyor.
ABD’ye “vergi kıyağı”Basketbolculara örtülü ödenekten verilen “bahşişle” ilgili bir başka ilginçlik daha söz konusu… Basketbolcuların zimmetine geçirilen ödül Türkiye’de gelir vergisine tabi değil, fakat ABD profesyonel basketbol liginde top koşturan oyuncular, ABD yasaları gereğince Türkiye’de elde ettikleri gelirlerin de yüzde 35’ini vergi olarak ödeyecek.
Her bir oyuncunun devletten 1,5 milyon TL ve 400 Cumhuriyet altını (yaklaşık 163 bin TL), yani yaklaşık 1,1 milyon dolar “bahşiş” aldığı düşünülürse, ABD devletinin kasasına oradaki oyuncular üzerinden kişi başı 385 bin dolar girecek. Bu oyuncular arasında Başbakanını seven Hidayet Türkoğlu ilk akla gelen isim…
Eşitlik ilkesi mi, o da ne? Tayyip Erdoğan ekonomisine “alışamayanlardan” bir tanesi olan Avukat Sinan Vural, örtülü ödenekten verilen prim skandalına ilişkin bir dava açarak, bu uygulamanın anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu belirtti.
Vural dava dilekçesinde şunları söyledi: “Anayasanın 10. maddesine göre yasa önünde eşitlik ilkesi gereği olarak yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmesi ve bu nedenlerle eşitsizliğe yol açılması Anayasa katında geçerli görülemez. Bu mutlak yasak, birbirinin aynı durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme, eşitliğe aykırılık oluşturur.
“Kamu hizmetinde eşit davranış, eşit yararlanma temel niteliktir. ‘Haklı bir nedene’ dayanmayan bu karar ile uluslararası karşılaşmalarda aynı ay yıldız forması altında ülkemizi temsil eden sporcuların farklı uygulamaya tabi tutulmaları Anayasanın yasa önünde eşitlik ilkesi ile AİHS in 14. maddesindeki ayrımcılık ilkesine açıkça aykırıdır.”
Bu itiraz, anayasaya yama yapılmasının yetmeyeceğini ve Tayyip Erdoğan ekonomisinin en kısa sürede yeni bir anayasayla taçlandırılması gerektiğini gösteriyor.
Bir de yönetmelikle uğraşacak değil ya…Uluslararası müsabakalarda sporculara devlet tarafından verilecek ödülleri düzenleyen bir yönetmeliğin de bulunması, Başbakan için bir başka gereksiz ayrıntı olsa gerek. Zira Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün “Spor Hizmet ve Faaliyetlerinde Üstün Başarı Gösterenlerin Ödüllendirilmesi Hakkında Yönetmelik” uyarınca dünya şampiyonasında büyükler kategorisinde takım sporlarında ikinci olunduğu takdirde her sporcuya “en fazla” 400’er Cumhuriyet altını ödül veriliyor.
Bu durumda ya örtülü ödenek kamu kaynağı değil ve buradan verilen “bahşişler” devletin sporculara verdiği ödül kapsamında değerlendirilmiyor ya da bundan sonra dünya şampiyonalarında ikinci olan bütün milli takım sporcularına devletin kasasından 1,5 milyon TL artı 400 Cumhuriyet altını verilecek. Tabi ikinci seçenek geçerliyse bahsedilen yönetmeliğin halen yürürlükte olup olmadığı da bir soru haline geliyor.
Yeni anayasaya “Baş(ba)kan, ülkedeki ve yönetimdeki nüfuzunu artırmak üzere kamu kaynaklarını istediği şekilde kullanma hakkına sahiptir” şeklinde bir madde konulacak olursa bu tür sorunlar da aşılabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder