28 Eylül 2010 Salı

Tecavüz ettiği eşinin arkadaşını taciz etti




SAMSUN'da elektrik ustası 33 yaşındaki Erdal Ç., kendisiyle cinsel ilişkiye girmeyen eşi 25 yaşındaki E.Ç.'ye tecavüz etti. Bu sabah evden çıkıp giderken eşinin arkadaşı olan 17 yaşındaki M.B. ile karşılaşan Erdal Ç.'nin ona da cinsel organını göstererek tacizde bulunduğu öne sürüldü. İki kadının şikayeti üzerine Erdal Ç. gözaltına alındı.Elektrik ustası olan 2 çocuk babası Erdal Ç., İlkadım İlçesi Adalet Mahallesi'ndeki evine dün geç saatte geldi. Yatak odasına giden Erdal Ç., uyuyan eşi Elif Ç.'yi uyandırarak ilişkiye girmek istedi. E.Ç. ilişkiye girmeyi kabul etmedi. Erdal Ç. bunun üzerine, “Senin kocanım. İstediğim zaman benimle sevişeceksin” diyerek eşiyle zorla ters ilişkiye girdi. Sabah olunca da evden çıkıp işe giderken, eşinin arkadaşı olan M.B ile karşılaşan Erdal Ç. ona da cinsel organını gösterdi.M.B. bunun üzerine, arkadaşı E.Ç.'nin evine giderek Erdal Ç.'nin yaptıklarını anlattı. İki kadın daha sonra birlikte polis merkezine gitti. E.Ç. ifadesinde 2002 yılında Erdal Ç. ile evlendiğini, 2 çocukları olduğunu belirterek, “Sorunlarımız olduğu için uzun zamandır ayrı yatıyoruz. Dün gece geç saatte eve geldi. Uyumak üzereydim. Birlikte olmak istedi. Kabul etmedim. ‘Ben erkeğinim, sende benim karımsın. Canım istediği zaman benimle ilişkiye gireceksin’ diyerek zorla ters ilişkiye girdi. Komşulardan utandığım için bağıramadım” diye konuştu. M.B. de, Erdal Ç.'nin kendisine cinsel organını gösterdiğini ve daha önce de birkaç kez öpmeye çalıştığını belirterek şikayetçi oldu. İki kadın şikayeti üzerine gözaltına alınan hırsızlıktan sabıkası bulunan Erdal Ç. ise suçlamaları kabul etmeyerek eşi ve arkadaşının kendisine iftira atığını öne sürdü. Soruşturmanın devam ettiği belirtildi.

25 Eylül 2010 Cumartesi

banu avardan refarandum yorumu

MİLLET ‘EVET’ Mİ DEDİ?!50 milyon seçmen vardı. Yüzde 58 EVET, Yüzde 42 HAYIR so...nuçla bir oylama geride kaldı. 700 bin oy geçersiz sayıldı. (Bu noktaya dikkat). Ve halkın yüzde 23’ü oy kullanmadı.Öncelikle; Bu süreçte, milyarlarca liralık rüşvet, sadaka, yardım, iktidar partisieliyle dağıtıldı. Tüm basın yayın araçlarında propaganda makinası EVET! diye bağırtıldı. Diyanet, cami imamları, EVET kampanyası yaptı. Tüm illerde Valilikler, ve kaymakamlıkların imkanları kullanıldı.,TÜM BUNLARA KARŞIN, bu millet yüzde 42 oranında ‘HAYIR!’ dedi.Yüzde 42’lik HAYIR, baskının ve propagandanın ve yayılan bilgi karmaşasının boyutu düşünüldüğünde, küçümsenecek bir rakam değildir.‘Umutsuz’luk girdabına kolay düşenlere ve ‘gideceğim bu diyarlardan’ mealinde iletiler yollayan sevgili gençlere diyorum ki, işte hep yazıpçizdiğimiz ‘ecnebileşme’ budur!Kaçmak, milleti ‘aptallıkla’ suçlamak, ‘3 kuruşa satılanlardan’ sözetmek , durumu görememektir. Kolayı seçmektir. Kendini rahatlatmaktır. Zor olan ANLAMAKTIR…Anlamamız gereken ilk mesele millet ÖZGÜR İRADESİYLE ‘EVET’ dememiştir.Karnı aç, beyni aç bırakılmış olanlar, ne olduğunu bilmedikleri ve dillerinin bile dönmediği bir ‘referandum’un içinde yeralan 26 maddeye EVET basmışlardır. Anayasa değişiklikliğinin ülke yararına olacağına birileri tarafından; köydeki, mahalledeki imam, güvendiği arkadaş, aile ve aşiret reisi ve her gün ekranda gördükleri kuklalar tarafından İKNA edilmişlerdir.İkinci mesele, bu İKNA’nın sebebidir. Bu millet uzun zamandır MUHALEFETE güvenmemektedir. Muhalefet yokluğu ve muhalefetin çeşitli kesimlerce, ‘güven vermez uzantıları’ EVET demelerine neden olmuştur.CHP ve MHP gerçek muhalefet değildir. Ve halk aslında muhalefet etiketi altında duran partileri uzun zamandır MUHALEFET olarak görmemektedir.‘Batı eksenindeyiz’ diyerek, ABD’ye göz kırparak, ‘AB’ye biz sizi sokacağız!’ diyerek, ‘kürt raporlarından’ sözederek, birbirinden beter işlere bulaşmış partilileri yüksek görevlere getirerek, Amerikan istihbaratı ile Soros’la görüşüp, Bilderberglerde ağırlanarak, yolsuzlukları kanıtlanmış belediye mensuplarını parti içinde tutarak, çarşaf ve başörtüsü söylemini ‘kullanarak’ ve ‘beyaz Türk’ burnu büyüklüğü içindeki öncü kadroları, aç sefil halkla temasa sokarak, bir noktaya varılamayacağı kanıtlanmıştır. Önümüze bakalım!Şimdi tarih 13 Eylül. 3 ay önce bıraktığımız yerde, satılan fabrikalar, her dört gençten birinin işsiz olduğu, nüfusun yüzde 14ünün de aç bilaç işsiz sokaklarda dolaştığı, her gün şehitler verdiğimiz ve ekranlarda ‘açılım’ın ve ‘özerkliğin’ tartışıldığı bir Türkiye vardı. 3aydır, millete referandum tartışması dayatıldı. Şimdi başbakanın deyişiyle ‘BÜYÜK KAPI açıldı!’ ‘Tarihi eşikten geçmiş bulunuyoruz!’Önümüzdeki birkaç ay içinde , Başbakan’ın teşekkür ettiği ‘Okyanus ötesi’ (sadece cemaat değil ama ABD yönetimi), Başkanlık sistemini ve federasyon anayasasını devreye sokacak. Böylece üniter devlete bir nokta koyma çalışmaları hız kazanacak.İktidar eliyle yeni bir anayasa yapılacak. Bu anayasada ‘Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü’ maddesi olmayacak.Yargı, Yürütme ve yasama ile birlikte ABD- AKP arzularını yerine getirmekle mükellef olacağı bir sisteme sokulacak.Önümüzdeki süreçte, ‘halkın psikolojisi’ ile ince ayar oynanarak Türkiye topraklarından çalınarak kurulacak bir kukla devlet fikri fiiliyata geçirilecek.Ermenistan ve Patrikhane konusunda ABD’nin AB’nin istediği adımlar hayata geçirilecek.Medyada daha büyük bir yandaş dalga ortalığı saracak .Ve Silivri’den geride kalan muhalif aydınlar büyük risk altında olacak.Tüm bu koşullarda Türk milletinin GERÇEK MUHALEFETE ihtiyacı vardır. Türk milleti, oy verdiklerine değil, oy vermediklerine bakmak lazımdır. Bu millet varolan ‘muhalefeti’ desteklememekte, ya da ‘KERHEN’ desteklemektedir.Muhalefete güvenemeyen bir millet yüzde 42 oyla bir Amerikan projesine HAYIR! diyorsa, GERÇEK MUHALEFET ortaya çıkabilse, tümüyle arkasında birleşecektir..Halk GERÇEK MUHALEFET’i beklemektedir! Beklemeyi bırakıp, o muhalefetikendi bağrından çıkarması gerektiğini, bilinçaltından fiiliyata geçirdiği gün, Türkiye bambaşka bir sabaha gözünü açacaktır. Bunu belli bir zaman içinde beceremezse, ülke SEVR haritasında ve bu oylama sonuçlarını gösteren haritalarda yansıdığı gibi, üçe bölünmüş haliyle de kalmayacak, ABD’nin atadığı ‘krallar’ca yönetilen, şehir devletçiklere bölünerek yokoluşa gidecektir.Kendini bilmezlerce söylendiği gibi ‘Atatürk ilkeleri’ toprağa gömülecek ‘EVRENSEL HUKUK’ teranesi kılıfında faşizm egemen olacaktır.Ben Türk milletinin tarihte yaptığı gibi, BU AŞAMADA düşmanı şaşırtacağını biliyorum!Banu AVAR

24 Eylül 2010 Cuma

Liberallerin 'AKP sosyalizmi'

Referandum ve sonucu, yalnızca AKP’ye değil, AKP destekçisi solculuk iddiasındaki liberallere de yüksek perdeden iddialar ileri sürmek için yeni bir hız verdi.Önceleri daha çok eleştirir, hatta suçlarlardı. H. Berktay örneğin, Marx’a, onun tarih, siyaset öğretilerine varıncaya kadar ağzına geleni söylemişti. M. Belge Komüntern’i karalayıp dururdu. A. Altan’ın vurguları, her şeyin değiştiği, sınıfların yok olduğu, sınıf mücadelesinin ihtiyaç olmaktan çıktığı üzerineydi. Küreselleşme işçi sınıfını dağıtmış, sınıfsız topluma götürüyordu.Örnekler çoğaltılabilir. Ve bu tür Marksizme yöneltilmiş suçlama ve “yenilik” iddiaları geri alınmadı. Hâlâ savunuluyor. Önceden solculuk iddiasında bulunmuyor değillerdi, ancak referandum döneminde en çok Roni Margulies ve Ümit Kıvanç’ın ağzından “en devrimci biziz”, “en sosyalist biziz” vurgulu yazılar kaleme almaya başladılar. “Cahillik”i aşağılama içerikli olsa dahi Lenin okumayı bile salık verir oldular.
İDDİADAN BOL ŞEY YOK!Sosyalisttiler! Devrimciydiler!Bunca sosyalistlik ve devrimcilik iddiasında bulunmak zorundadırlar. Mezarlıktan geçerken ıslık çalınır. Eh! AKP’yi göstere göstere bunca açıktan savunmak kolay değildir. Sosyalistliğe de, devrimci olunmadan sosyalist olunamayacağı için devrimciliğe de sığmaz. Sığdırabilmek için sadece ıslık çalmak değil, yüksek sesle bağırmak çağırmak ihtiyacı büyüktür.Nasıl olacak bu “devrimcilik”? Ne tür bir “sosyalizm” bu? Tarafçıların devrimciliklerine kanıt bulmaları olanaksız. Ağızlarını açtıklarında devrime ve devrimciliğe küfür ettiler, ediyorlar. Ama Çiller bile “devrim” diyordu. Hâlâ, Özal’ın devrimciliğinden söz açılıyor! “Değişim”… İşte bu “sihirli sözcük” liberallerin dilinde devrim demek. Obama da devrimci oluyor “değişim” dediği için, Erdoğan da. “Sosyalizm” diye savunmaya çalıştıkları şey de devrimsiz sosyalizm oluyor. Değişiyoruz ya! İşte bu sosyalizm oluyor, AKP’nin de “eksikleri”nden söz ettikleri için liberaller en ileriden “sosyalistler” oluyorlar!Kıvanç, devrimciliğini kanıtlamak için, “..dünyada eşitliğin bir noktada zor kullanılmaksızın asla sağlanamayacağına iman etmiş benim gibi biri..” diye tanımlıyor kendisini. Devrimlerin “ebesi” zor ya, efendi, onu bile savunduğunu söyleyince yeterli olacağını sanıyor. Bir de karşı devrimci zor var oysa. Eşitlik için değil, örneğin TEKEL işçilerine eşitsizliği dayatmak için uygulanan. AKP’nin uyguladığı. Kıvanç’ın savunduğu ve desteklediği AKP’nin. Kurtarmıyor.
HEM AKP’YE DESTEK HEM SOSYALİSTLİK!“Sosyalistlik” iddiası hiç kurtarmaz. Zamanında Marx Manifesto’da burjuva sosyalizminin yanında feodal sosyalizmden, kilise sosyalizminden söz etmişti. Ütopik sosyalizm olur da kapitalizmin değer bırakmayan ilerleyişine ahlaki itirazlar yönelten feodal sosyalizm olmaz mı? O olur da “AKP sosyalizmi” olmaz mı?Tarafçıların açmazı bu: Hem AKP’yi savunacak, bu en geri ideolojik argümanlarla, dincilik ve milliyetçilikle, Türk-İslam sentezciliğiyle tekellerin, vahşi kapitalist birikimin, emperyalizm işbirlikçiliğinin modernist ihtiyaçlarını bir güzel birleştiren bu partiyle liderinin demagojisini yaptığı “ileri demokrasi” arasında temelli bir ilişki kuracak, hem de Türkiye’nin ilerici birikimini etkilemeye çalışacaksın... Bunun için beslenecek, gazete çıkaracak, uğraşacaksın. Davanın asıl sahipleri mukaddesatçı, muhafazakar taban üzerinde gereğini yaptıkları ve sana şöyle ya da böyle “sol” değerlerden nasibini almış, ilerici, demokrat taban üzerinde tepinme görevi düştüğü için, tabii ki zorlanacaksın. “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” kadar, ilerici demokratlara da sadece “değişim” dediği için bunca gerici AKP’yi dayatma ve destekletmenin zor olacağı bellidir. Taklalar kaçınılmaz olur. Kırk takla gerekir.
AKP, HALKA VE TALEPLERİNE DÜŞMANKıvanç, “halktan kopukluk”a, kitlelerin eğilimleri ve taleplerinin önemine vurguyla, madem halk AKP’ye teveccüh gösteriyor, örneğin referandumda önemli bir çoğunlukla AKP’nin öneri ve tutumlarına “evet” diyor, öyleyse AKP destekçiliği yapmak gerek demeye getiriyor. Açıkça diyor.Sosyalistliğin de devrimciliğin de “ayağı yerden kesiklik” olmadığı, sosyalizm demenin tek başına kuşkusuz yeterli olmayacağı, halkın taleplerinden hareket etmek gerektiği tabii ki doğru. İş talebini destekler, hareket noktası edinirsiniz, esnek çalışmanın kaldırılmasını istersiniz işçilerin sorununu sahiplenecekseniz ya da sendikal özgürlük, grev hakkı vb. talepleri için mücadelenin geliştirilmesine katkıda bulunursunuz. Özgürlükler için mücadele edersiniz, eşitlikse, Kürtlerin, Alevilerin eşitlik taleplerini desteklersiniz. Ama kalkıp “halkın eğilim ve talepleri” deyip buradan AKP destekçiliği çıkarırsanız, bu ne Lenin’in ne Marx’ın şahitliğine dayandırabilirsiniz. Onların defterlerini dürüp bir kenara koydukları Kautsky, Mortov, Togliatti gibilerine müracaat etmeniz gerekir.
DEĞİŞECEK OLAN HANGİ İKTİDAR?AKP destekçiliği için, Marksizmi ve onun sınıflar mücadelesi öğretisini, iktidarın sınıf niteliğine ve devrim için bir sınıf iktidarının değişmesi ihtiyacına vurgusunu değiştirmek zorunda kalırsınız. Burjuva diktatörlüğüne karşı mücadele yerine “memleketin asli sorunu olan derin devlet diktatörlüğü rejiminin değişmesi”ni geçirir, buna “yol açabilecek gelişmeler yaşandığı”nı, ve bunu desteklediğinizi söylersiniz! Neyse “derin devlet diktatörlüğü”? Hangi sınıfınsa? Tabii ki “sınıfsız”dır! “..Halkın seçtiği siyasi iktidar ile İttihatçı rejimin bekçisi ordu arasındaki kaçınılmaz çatışma”, size göre bütün tutum almaları tayin edecek temel karşıtlık olur, pozisyonunuzu buradan alıp, burjuva diktatörlüğünün yürütme komitesi olup olmamasına önem vermeden gerici burjuva hükümeti desteklemeyi seçersiniz. Adını da sosyalistlik, devrimcilik takarsınız! “Siyasi iktidar” dediğiniz şeyin bir sınıf iktidarı olduğunu ve tam da halkın taleplerinin elde edilebilmesi için devrilmesi mücadelesinden kaçınılamayacağına boşverir, “kaçınılmaz”ın onunla onun yürütücülüğünü yaptığı düzenin bekçisi olan ordu arasındaki çatışma olduğu hayalini yayarsınız.Ancak AKP destekçiliği koşullarında “Antepli esnafla, Bursalı benzinciyle, mahalledeki otoparkçıyla, ‘ben komünistim’ diye de açık açık belirterek gayet iyi anlaşabildiğinizi ileri sürersiniz. Bu “halk”ın arasında TEKEL işçisi yoktur ama... Grev hakkı olmadan üç kuruşluk zamma ve performans değerlendirmesine karşı çıkan öğretmen, sağlıkçı vb. yoktur. Paralı sağlık ve eğitimden bizar olan emekçiler, işsizler yoktur. Rafları boşalan esnaf da yoktur. Siz herhalde Bahçeli’nin yanı sıra Erdoğan’ın da hız verdiği şovenizmden etkilenerek şurada burada Kürtlere saldırıp linç peşine düşenlerle ve birkaç gün önce resim galerilerine saldıranlarla iyi anlaşıyorsunuzdur.Bir de “sosyalistliğin devrimciliği telef oldu. Silkinip bizi sosyalist yapan şeyin özünü yeniden kavramaya çalışmazsak sonumuz kötü” dersiniz! Yani titreyip kendimize dönmezsek” öyle mi?Sorun ne kavramaktadır ne de projelerde! En başta işçi sınıfına bağlanmakta, işçi ve emek hareketinin ilerlemesinde ve hem sosyalizmi hem de devrimciliği orada aramaktadır. Ayaklar ya buraya basılacaktır. Ya da ipini çoktan kırmış Tarafçı liberaller gibi desteklenecek bir burjuva gerici mihrak bulunacaktır. Bu eski bir hastalıktır. Egemenlerin bir bölümünü destekleme. En çok Aydınlıkçılar yapardı. Geldikleri nokta Ergenekon dosyalarıdır.

Liselerde etek yasağı

2010-2011 eğitim öğretim yılı liselerde gericilik örnekleriyle başladı. Üniversitelere türbanlı öğrenciler girmeye başlarken liselerde kız öğrencilerin etekli giriş yapması yasaklanıyor.
Yeni eğitim dönemi kıyafet skandallarıyla başladı. Daha önce kendilerine bildirilen kıyafetleri satın alan kız öğrenciler okullara girişlerde okul yönetiminin keyfi uygulamaları ile karşılaştılar. Etekli kız öğrenciler okullara alınmadı. İşte iki örnek:
İstanbul Kadıköy İntaş Lisesi’nde okula etekle gelen kız öğrenciler okula alınmadı. Okul yönetimi, gerekçe olarak daha önce velilere mesaj atıp toplantıya çağırdıklarını, yeni kılık-kıyafet yönetmeliğinin duyurulduğunu gösterdi. Konuyla ilgili görüştüğümüz öğrenciler velilerine böyle bir mesaj gelmediğini, okulun sitesinde etek giyilmemesine dair bir bildirim olmadığını, okulun anlaşmalı olduğu mağazalarda da böyle bir bilginin olmadığını söylediler. Milli Eğitim Bakanlığı’nın da etek giyilmeyeceğine dair bir kural açıklamadığını belirten öğrenciler okula girmek isteyen yüzlerce kız öğrencinin derslere alınmadığı bilgisini verdiler.
Öğrencileri kapıya koyan yönetimin yaptıkları bununla da kalmıyor. Geçtiğimiz sene değişen okul kıyafetlerinin giyilmesini yine haber vermeden birdenbire yasaklayan yönetimin, yeni kıyafetleri maddi yükünü karşılayamadıkları için alamayan ve bu nedenle eski formayla okula gelen öğrencileri okula almadığı iddia ediliyor.
Müdür "kısa eteklileri" fişlemiş!Benzer bir başka olay da Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Anadolu Lisesi’nde yaşandı. Okulun öğrencilerinden biri ile yaptığımız görüşmede etek boyları bahane edilerek kız öğrencilere hakaretler edildiği ve öğrencilerin isimleri not edilerek tehdit edildiği belirtildi.
Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Anadolu Lisesi’nde eğitim gören kız öğrenci sorularımıza şu yanıtları verdi:
Öncelikle yaşadığınız olayı bize kısaca anlatır mısın?Sabahları yapılan tören konuşmalarından birinde müdür yardımcısı kız öğrencilerin etek boyundan bahsetmeye başladı. Kısa etek giyen kız öğrencilerin artık okula alınmayacağını söyledi. Kısa etek diye bahsettiği de diz üstü hizasındaki etekler. Daha da ileri giderek bu öğrencilere hakaret etmeye başladı. “Kısa etek giyen kız öğrenciler yol kenarında iş bekleyen kadınlara benziyor” dedi. Biz hep bir ağızdan yuhalamaya başladık. Törenin ardından o beğenmediği boyda eteklerden giyen kız öğrencileri toplayıp isimlerini aldılar.
Daha önce de benzer olaylar yaşanmış mıydı okulunuzda?Evet, geçen sene de aynı müdür yardımcısı etek boylarımıza takmıştı. Diz üstü hizada etek giyen kız öğrencilerin velilerini çağırıp konuşuyordu. Ama gerici müdürümüzün icraatları bununla sınırlı değil tabi ki. Geçtiğimiz sene iki arkadaşımız sevgili oldukları için ceza almış, bir tanesi okuldan atılmıştı. Zaten tören konuşmalarında “Bu yaşlarda âşık olmak yasak, aşk mektubu yazmak yasak” gibi cümleleri ağzından düşürmüyor. Eşi de kara çarşaflı olan müdürümüz plaket törenlerinde erkek öğrencileri öpüyor ama kız öğrencilerin şöyle bir elini sıkıyor sadece.

‘Tayyip ekonomisi’ne yeni anayasa lazım


“AKP seçim ekonomisi mi uygulayacak?” tartışmaları süredursun, “Tayyip Erdoğan ekonomisi” ülkenin bir gerçekliği haline çoktan geldi. Buna göre ülkede artık bir “padişah ödeneği” var ve Başbakan kamuyu zarara uğratmak, zimmet, anayasanın eşitlik ilkesinin ihlali gibi suçlardan muaf... Ama yine de “hukuk”un Tayyip Erdoğan ekonomisine tam anlamıyla uydurulabilmesi ve Erdoğan’ın yasalar üstü bir konuma yerleşebilmesi için “yeni anayasa” ve başkanlık rejimi gerekli görünüyor.
8 Eylül’de yayınlanan IMF “4. Madde Konsültasyon Raporu” hükümetten bir kez daha mali kuralı yasalaştırmasını talep etti. Kamu bütçesinin milli gelire oranına sınır koyan “mali kural” uygulaması, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın şiddetle savunduğu ve 2010-2012 Orta Vadeli Programı’na da koydurttuğu bir madde. AKP hükümeti IMF anlaşması olmadan da IMF direktiflerine uygun ekonomi politikalar yürütmesine karşın, “mali kural” meselesinde hükümetin içine de yayılan bir gerginlik söz konusu.
Bu uygulamayı bir süre daha ertelemek isteyen Başbakan Erdoğan, televizyonda yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: “Burada oranlar noktasında bir sıkıntı var. Çünkü biz IMF’den zaten sıyrıldık. Şimdi IMF’den sıyrılmışken bizim kendi içimizde IMF oluşturmamızın anlamı yok”. Başbakan Erdoğan bu sözlerinin ardından da mali kuralın yasalaşacağının, ancak bunun seçim sonrasına bırakılacağının işaretini vermiş ve şöyle konuşmuştu: “Mali kural yasalarla niye dayatılsın? Erteleyelim ama bunu daha sonra gündemimize alalım. Bizim yapmamız gereken ülkede yatırımları süratle yapmak. Eğer biz yatırımlarda kısmaya, kısıtlamaya gidersek ülkemizin kalkınma sürecini hızlandıramayız. Büyümeyi hızlandıramayız. ”
Bu tartışma, “AKP seçim ekonomisine mi yöneliyor?” sorusunu beraberinde getirdi. Oysa AKP’nin seçim ekonomisi uygulayıp uygulamayacağından bağımsız olan bir başka gerçeklik gözden kaçıyor: “Tayyip Erdoğan ekonomisi” doludizgin yola devam ediyor.
Artık bir “padişah ödeneği” var…II. Abdülhamid 20 Aralık 1881 tarihli “Muharrem Kararnamesi”yle Duyun-u Umumiye’yi kurdurttuktan sonra bütçeden padişahın ülkedeki ve yönetimdeki nüfuzunu artırmak üzere bir “padişah ödeneği” de ayrılmaya başlanmıştı. Dünya basketbol şampiyonasında finale çıkan Türkiye milli takımı oyuncularına örtülü ödenekten 28,5 milyon TL ödül veren Başbakan Erdoğan’ın da örtülü ödeneği bir çeşit “padişah ödeneği” olarak algıladığı söylenebilir. Örtülü ödeneğin ne şekilde kullanılabileceğinin yasalarla belirleniyor olması ise basketbolcuları yarı final maçı sonrasında telefonla arayarak ödeneğinden onlara “bahşiş vereceğini” duyuran Başbakan’ı durdurmadı.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu’nun 24. maddesine göre düzenlenen örtülü ödeneğin tanımı ve kullanım alanları şöyle: “Örtülü ödenek; kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Hükümet icapları için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine konulan ödenektir.” Maddenin devamında örtülü ödeneğin “padişah ödeneği” anlamına gelmediği ise şu cümleyle ifade ediliyor: “Örtülü ödenek bu amaçlar dışında ve Başbakanın ve ailesinin kişisel harcamaları ile siyasi partilerin idare, propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılamaz.”
Yasadaki tanımların açıklığına rağmen Erdoğan’a göre artık bir “padişah ödeneği” var. Duyun-u Umumiye uygulamaları zaten tamamdı; “Tayyip Erdoğan ekonomisi”yle padişah ödeneği de tamam oldu…
Kamu yararı da neymiş?5018 sayılı kanunun 71. maddesine göre kamu zararı şu anlama geliyor: ““Kamu zararı, mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır.” Aynı maddenin devamında kamu zararının nasıl belirleneceği tanımlanırken, (g) fıkrasında “mevzuatında öngörülmediği halde ödeme yapılması” da kamu zararı kapsamında değerlendiriliyor.
Ancak Tayyip Erdoğan ekonomisinde Başbakan söz konusu olduğunda kamu yararı ve kamu zararı ilkelerinin bir hükmünün bulunmadığı görülüyor. Anayasa değişikliğiyle birlikte artık bu tür soruların sorulması daha da abesle iştigal haline geldi. Başkanlık tartışmaları ise Tayyip Erdoğan ekonomisini bütünüyle anayasa ve yasalarla uyumlulaştıran bir adım olacak ve süreci mantıksal sonucuna vardıracak.
Zimmet suçu işlemenin tek bir yolu mu var?Bu dönüşümün hızlı ve kapsamlı olması şartı bulunuyor. Zira kanunlarda halen Tayyip Erdoğan ekonomisine kıymık batırabilecek bazı incelikler de mevcut. Mesela Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Dair Suçlar” başlığını taşıyan bölümünün 247. maddesinde zimmet suçuna getirilen tanım bunun bir örneği… Şöyle söylüyor kanun: “Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Yani suç sadece kamu görevlisinin “görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilen” malı kendi zimmetine geçirmesiyle işlenmiyor. Kanuna göre, kamu görevlisinin korumakla ve gözetmekle yükümlü olduğu malı “başkasının zimmetine” geçirmesi de aynı suç kapsamında değerlendirilerek, beş ila on iki yıl arasında hapis cezasıyla cezalandırılıyor.
ABD’ye “vergi kıyağı”Basketbolculara örtülü ödenekten verilen “bahşişle” ilgili bir başka ilginçlik daha söz konusu… Basketbolcuların zimmetine geçirilen ödül Türkiye’de gelir vergisine tabi değil, fakat ABD profesyonel basketbol liginde top koşturan oyuncular, ABD yasaları gereğince Türkiye’de elde ettikleri gelirlerin de yüzde 35’ini vergi olarak ödeyecek.
Her bir oyuncunun devletten 1,5 milyon TL ve 400 Cumhuriyet altını (yaklaşık 163 bin TL), yani yaklaşık 1,1 milyon dolar “bahşiş” aldığı düşünülürse, ABD devletinin kasasına oradaki oyuncular üzerinden kişi başı 385 bin dolar girecek. Bu oyuncular arasında Başbakanını seven Hidayet Türkoğlu ilk akla gelen isim…
Eşitlik ilkesi mi, o da ne? Tayyip Erdoğan ekonomisine “alışamayanlardan” bir tanesi olan Avukat Sinan Vural, örtülü ödenekten verilen prim skandalına ilişkin bir dava açarak, bu uygulamanın anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu belirtti.
Vural dava dilekçesinde şunları söyledi: “Anayasanın 10. maddesine göre yasa önünde eşitlik ilkesi gereği olarak yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmesi ve bu nedenlerle eşitsizliğe yol açılması Anayasa katında geçerli görülemez. Bu mutlak yasak, birbirinin aynı durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme, eşitliğe aykırılık oluşturur.
“Kamu hizmetinde eşit davranış, eşit yararlanma temel niteliktir. ‘Haklı bir nedene’ dayanmayan bu karar ile uluslararası karşılaşmalarda aynı ay yıldız forması altında ülkemizi temsil eden sporcuların farklı uygulamaya tabi tutulmaları Anayasanın yasa önünde eşitlik ilkesi ile AİHS in 14. maddesindeki ayrımcılık ilkesine açıkça aykırıdır.”
Bu itiraz, anayasaya yama yapılmasının yetmeyeceğini ve Tayyip Erdoğan ekonomisinin en kısa sürede yeni bir anayasayla taçlandırılması gerektiğini gösteriyor.
Bir de yönetmelikle uğraşacak değil ya…Uluslararası müsabakalarda sporculara devlet tarafından verilecek ödülleri düzenleyen bir yönetmeliğin de bulunması, Başbakan için bir başka gereksiz ayrıntı olsa gerek. Zira Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün “Spor Hizmet ve Faaliyetlerinde Üstün Başarı Gösterenlerin Ödüllendirilmesi Hakkında Yönetmelik” uyarınca dünya şampiyonasında büyükler kategorisinde takım sporlarında ikinci olunduğu takdirde her sporcuya “en fazla” 400’er Cumhuriyet altını ödül veriliyor.
Bu durumda ya örtülü ödenek kamu kaynağı değil ve buradan verilen “bahşişler” devletin sporculara verdiği ödül kapsamında değerlendirilmiyor ya da bundan sonra dünya şampiyonalarında ikinci olan bütün milli takım sporcularına devletin kasasından 1,5 milyon TL artı 400 Cumhuriyet altını verilecek. Tabi ikinci seçenek geçerliyse bahsedilen yönetmeliğin halen yürürlükte olup olmadığı da bir soru haline geliyor.
Yeni anayasaya “Baş(ba)kan, ülkedeki ve yönetimdeki nüfuzunu artırmak üzere kamu kaynaklarını istediği şekilde kullanma hakkına sahiptir” şeklinde bir madde konulacak olursa bu tür sorunlar da aşılabilir.

23 Eylül 2010 Perşembe

Norveç kadın yönetici arıyor

Teklif çok çekici. Yalnız iki şartı var: Kadın olmak ve Norveççe konuşmak gerekiyor. İş Norveç’te, ancak vatandaşlık şartı aranmıyor. Aciliyetin nedeni şu: Beş yıl önce çıkarılan yasaya göre, 1 Ocak 2008 tarihi itibariyle halka açık şirketlerin yönetim kurullarının yüzde 40’ının kadınlardan oluşması gerekiyor. Kotayı dolduramayan şirketler kapatılabilir. Şimdi hükümet, yönetim kuruluna kadın üye bulamayan şirketlere ne yapacağını düşünüyor. Şirketler ilanla kadın yönetim kurulu üyesi arıyor. Bazı kadınlar beş-on şirkette birden yönetime giriyor. Kimi erkekler, boş koltuk bulunan yönetim kurullarına giremediği için "Bu yaştan sonra cinsiyet mi değiştireyim" diye yakınıyor. Yıllar önce Norveçli bir gazeteciye "Siz neden AB’ye üye olmak istemiyorsunuz?" diye sorduğumda şu yanıtı vermişti: "Biz kimsenin işimize karışmasını istemeyiz, çünkü herşeyin en doğrusunu bildiğimizi, en isabetlisini yaptığımızı düşünürüz..." Norveç bugün hálá AB üyesi değil. Kişi başına düşen milli gelir 66 bin dolar olduğuna göre ve hemen her ankette Norveç en yaşanılası ülkeler arasında ilk sıralarda geldiğine göre gerçekten en doğrusunu biliyorlar. Norveçliler doğru bildikleri yoldan gidip 2003’te bir yasa çıkarıyorlar. Buna göre, borsada işlem gören şirketlerin yönetim kurullarında yüzde 40 oranında kadın üye bulunması gerekiyor. Sürenin dolmasına 15 gün kala birçok şirket henüz kotayı tutturabilmiş değil. Peki bu şirketler yasa gereği kapatılacaklar mı? İşte hükümet bu açmazla karşı karşıya. Ya yasayı çiğneyecek, ya da gereğini yerine getirecek. Norveç, siyasette kadının temsil oranını seçimlerde kota koyarak yükseltmeyi başarmıştı. Parlamentodaki kadınların oranı yüzde 39.7. Şimdi cinsiyet dengesini toplumun daha geniş kesimlerine yaymak için, iş dünyasında da kota uygulamasına gidiyor. MUTFAK EŞİTSİZLİĞİ Aslında Norveç kadın-erkek eşitliği cenneti değil. Erkeklerin ev işi yapayım diye kendini helák ettiği filan yok. Stavanger Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre Norveç’te kadının yeri hálá mutfak. Kadınlar haftanın 12 saatini ev işi yaparak geçiriyor, erkekler ise sadece 4 saat. Araştırma kapsamındaki 34 ülke içinde en çok Meksika’nın erkekleri ev işi yapıyor. Norveçli kadınlardan bile daha uzun süre yemek, çamaşır, temizlik ve alışverişle uğraşıyorlar. Ev hayatındaki bu dengesizliğe karşın, iş dünyasını erkek egemenliğinden kurtarmaya soyunan Norveç’in beş yıl önce çıkardığı benzeri görülmemiş yasayla birlikte iş dünyasında kabuk değişimi başlıyor. Bugün, yönetim odalarında artık daha fazla kadın var. Yasa kapsamına giren 500 kadar şirketin üst yönetim kademelerinde kadınların oranı yüzde 35’i buldu. Oysa bu rakam 2002 yılında yüzde 7 düzeyindeydi. Karşılaştırma açısından örnek vermek gerekirse, ABD’de 500 büyük şirketin yönetim kurullarında kadınların oranı yüzde 14.8. Norveç’te yasanın yürürlüğe girmesine 15 gün kala şirketler yüzde 40’lık kotayı doldurmak için umutsuz bir şekilde kadın yönetici arayışı içinde. Bir Norveç şirketinin yönetim kuruluna girmek için vatandaşlık şartı bulunmuyor, ancak Norveç dili konuşanlar tercih ediliyor. Ülkenin tanınmış isimleri özellikle rağbet görüyor. Mesela eski Petrol ve Enerji Bakanı Thorhild Widvey, 2005 yılında hükümetten ayrıldığı günden bu yana tam 11 şirkette yönetim kurulu üyeliği elde etti. Şu anda yılda 91 bin dolar kazanıyor ve gelen teklifleri artık geri çeviriyor. Üst yönetim kademelerine girmek için başvuranlar çoğunlukla kalifiye olmadığı için kadın yönetici yetiştirmek üzere "Geleceğin Kadınları" adı altında bir proje başlatılıyor. Tabii dünyada ilk ve tek olan bu yasa herkesi memnun etmiyor. Wall Street Journal, Norveç’in en büyük ekonomi gazetesi ile haber dergisini yayınlayan Hegnar Media’nın CEO’su ve yayın yönetmeni Trygve Hegnar ile konuşmuş. Hegnar diyor ki, "Sırf kadın diye bir takım deneyimsiz insanlara yer açmak için kaliteli adamlardan olduk." (Aslında birçok erkek, sırf erkek olduğu için yönetim kurullarında ya, neyse). Trygve Hegnar, Norveç’te medya kralı mertebesinde bir isim. Ancak Hegnar Media’nın yüzde 29 hissesini aldığı Gyldendal ASA adlı yayın grubunun yönetim kuruluna girmeyi bile başaramamış. Çünkü boş üyeliklere kadınlar konmuş. "Bir yönetim kurulu üyeliği uğruna bu yaştan sonra cinsiyet değiştirecek değilim ya" diyor Hegnar. Kendisi 64 yaşında. Norveç’in en büyük holding kuruluşu olan Aker ASA da şirketlerini yasaya kurban vermemek için ülke sınırları dışından kadın yöneticiler buluyor. Balıkçılıktan petrol, gemicilik ve mühendisliğe birçok alanda faaliyet gösteren Aker, İsveç, Danimarka ve Finlandiya’dan deneyimli kadın yöneticileri transfer etmiş. Bu arada bazı önemli erkek yöneticileri de yönetim kurulu dışında bırakmak zorunda kalmış. Aslında Aker yöneticileri, başlangıçta prensip olarak bu yasaya karşı. Kararların hükümet değil, hissedarlar tarafından verilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Ancak şimdi erkeklerin, yönetim kurulundaki kadın meslektaşlarını etkilemek için daha çok çalıştığını itiraf ediyorlar. MAÇOLARIN DEVRİMİ Hiç umulmadık ülkelerde gönüllü kadın kotası uygulayan şirketler de çıkıyor. Mesela maço tabiatlı İtalya’da. Ray-Ban gözlüklerinin yanı sıra Prada, Chanel ve Versace için de gözlük üreten Luxottica, önümüzdeki iki yıl içinde üst yönetim kademelerinin yüzde 30’una kadınları getirmeyi kararlaştırdı. İtalya, endüstrileşmiş ülkeler arasında üst düzey kadın yöneticisi en kıt ülke. Şirketlerin yönetim kurullarında kadın oranı sadece yüzde 2. Çalışacak yaşta istihdam edilen kadınların sayısıyla ilgili OECD sıralamasında, Türkiye ve Meksika’dan sonra, sondan üçüncü. Durum böyleyken Luxottica hiçbir yasal zorunluluk olmadan devrimci bir karar alıyor, farklı cinsiyet ve cinsel tercihlerle ırk çeşitliliğini üretimde devreye sokmaya karar veriyor. Çünkü müşterilerinin yüzde 60’ı kadın ve lüks üretim işi alabildiğine yaratıcılık ve yeni buluşlar gerektiriyor. Yönetimde cinsiyet ve ırk çeşitliliğinin de yaratıcı sonuçlar verdiği kanıtlanmış durumda.

Güneşlenmek dert oldu!






Norveçli kadın voleybolcular, Ankara'daki bir parkta bikiniyle güneşlenmek istediler, 'seyircileri bol oldu'. Gölbaşı'na gittiler, helikopter alçaktan uçtu. Onlar da çareyi çatıya çıkmakta buldu



Avrupa Genç Bayanlar Voleybol Şampiyonası elemeleri için Ankara'ya gelen Norveç Genç Bayan Voleybol Milli Takımı, "izleyicisiz" güneşlenmek için bir hayli çaba harcadı.Norveçli oyuncular Ingrid Helene Sando, Hilde Elvebakk ve Hanna Sandsdalen, güneşlenmek isteyince yaşadıklarının kendilerini şaşırttığını söyledi. Ankara'ya maçlardan 10 gün önce geldiklerini söyleyen Sando'nun anlattıklarına göre, Norveçli sporcular antrenmandan kalan boş zamanda güneşlenmek istedi. Ulus'taki Gençlik Parkı'na giden kadın sporcular, bikini ve şortlarla çimlere uzandıklarında çevreleri bir anda meraklı bir kalabalık tarafından sarıldı. Kalabalık, gittikleri her yerde kendileriyle birlikte hareket etti.



'Cep telefonuyla çektiler'Bazılarının cep telefonlarıyla fotoğraf çektiğini söyleyen Elvebakk, bazı kişilerin de bozuk bir İngilizceyle sorular sorduğunu anlattı. Sandsdalen de rahatsız edilmediklerini ancak bu durumu garip bulduklarını belirti. Voleybolcular, o sırada parktan geçen ve kalabalığın neden toplandığını merak eden Norveç takımının otobüs şoförü tarafından parktan çıkarıldı. Kalabalıktan bazı kişiler şoföre tepki gösterdi.



Helikopter ekibinden yanıtNorveç takımı, güneşlenmek için bu defa TED Ankara Koleji'nin Gölbaşı yakınlarındaki kampusunun olduğu bölgeye gitti. Güneşlenirken oldukça yüksekten bir askeri helikopterin geçtiğini söyleyen Elvebakk, helikopterin bir daire çizdikten sonra alçaldığını, üçüncü seferde ise yerden yaklaşık 10 metre mesafeden uçarak üstlerinden geçtiğini söyledi.Bu "imalı" anlatım üzerine helikopterin uçuş ekibinden bir pilot "Orası askeri helikopterlerin eğitim bölgesi. Bahsedilen durum, 'mecburi iniş motor arızası' çalışması kapsamında yapılmış dairevi hareket ve yere kadar alçalmadır" diye konuştu. Sonuçta sporcular, otellerinin terasında güneşlendi.

Ülkelerin inanılmaz cinsellik kuralları




Bazı ülkelerde ülkede "bekaret bozuculuk" diye bir meslek olduğunu biliyor muydunuz? İşte ülke ülke cinsellik kuralları...


Bazı ülkelerde ülkede "bekaret bozuculuk" diye bir meslek olduğunu biliyor muydunuz? İşte ülke ülke cinsellik kuralları...GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİGüney Afrika Cumhuriyeti'nin Johannesburg kentinde bir kadın, her sevişme için eşinden para isteğinde bulunabiliyor. NORVEÇNorveç'te plaj görevlileri, çıplak güneşlenen kadınları siyah plastik torbalarla poşetleyerek plajdan çıkartıyorlar.TAZMANYATazmanya ve Avustralya'nın Gipssland bölgesinde yeni evli çiftler, gerdeğe ilk olarak, evlilik töreninin ortasında yere serdikleri bir hasır üzerinde ve bütün konukların gözleri önünde giriyorlar. ENDONEZYAEndonezya'da masturbasyon yapan kişiye cezası kesinlikle başının kesilerek veriliyor. TAYVANTayvan yasalarına göre, damadın akraba ya da arkadaşlarından biri, gelinin bekaretini alarak damadı, bu sıkıcı ve istenmeyen görevden kurtarıyor. HİNDİSTANHindistan'daki yasa, sıradan ev işlerini yapan kadınlara, evdeki evlenmemiş genç delikanlıların cinsel gereksinimlerini giderme görevini de vermiyor. GUAMHindistan'daki yasa, sıradan ev işlerini yapan kadınlara, evdeki evlenmemiş genç delikanlıların cinsel gereksinimlerini giderme görevini de vermiyor. KOLOMBİYAKolombiya Cali'de, genç kızlar evlenip kocaları ile ilk kez cinsel ilişkide bulunurlarken kızın annesi olayı mutlaka izliyor. ARİZONAArizona Cottonwood yasalarına göre; çiftlerin, "patlak lastikli" otomobil içinde sevişmeleri yasak.

Norveç'te Zoraki Pozitif Ayrımcılık



NICOLA CLARK
08.03.2010
Norveç'te yöneticilerin yüzde 40'ı kadın olmak zorunda. olmalı! F.M.-->
OSLO - Arni Hole, 2002 yılında ülkenin Sanayi ve Ticaret Bakanı Ansgar Gabrielsen tüm şirketlerin yönetim kurulunun yüzde 40'ının kadınlardan oluşmasını zorunlu kılan bir yasa tasarısı getirdiğinde, Norveç iş dünyasının girdiği şok dalgasını hatırlıyor. Eşitlik Bakanlığı Genel Müdürü Hole, "Resmen çığlık attılar. Bu onlar için tam şok tedavisiydi" diyor. Kadınların yüzde 80'inin çalıştığı ve hükümetteki bakanların yarısının kadın olduğu bu son derece eşitlikçi toplumda bile bu fikir radikal bulundu. Amacı için olmasa bile en azından uygulamanın gerektireceği büyük değişim yüzünden. 2002'de Norveçli kadınlar özel sektördeki yönetim kurulu üyelerinin yüzde 7'sinden azını oluşturuyordu. Kadın yönetim kurulu başkanları toplamın yüzde 5'inin altındaydı. Aylarca süren ateşli tartışmaların ardından yasa, çoğunluk oyuyla meclisten çıktı. Kamu şirketlerinin 2006'ya, halka açık özel sektör şirketlerinin ise 2008'e kadar yönetim kurullarını yasaya uygun hale getirmesi gerekiyordu. Önde gelen işadamları 2003 yılında çıkan bu yasanın politik bir oyun olduğunu ve nüfusu sadece 4,8 milyon olan Norveç'in bu kotayı dolduracak kadar deneyimli işkadınlarına sahip olmadığını öne sürdü. Ekonomi gazetesi Dagens Naeringsliv'e konuşan bir yazılım şirketinin başkanı, şirketlerin sırf bu şartı yerine getirmek için "eskort kızlar" kiralamak zorunda kalacağını söyledi. Yaklaşık sekiz sene sonra, bu yasadan etkilenen 400 kadar şirkette kadın yöneticilerin oranı yüzde 40'ın üzerinde. En büyük 65 özel şirketin yönetim kurulu üyelerinin yüzde 25'inden fazlası kadınlardan oluşuyor. Çoğu feministe göre bu, kadın-erkek eşitliği önündeki en güçlü engellerden birinin kaldırılmasına yönelik bugüne kadar atılmış en cesur adım. İspanya ve Hollanda da benzer yasalar çıkardı. Şirketlerin 2015'e kadar yasanın gereklerini yapmaları gerekiyor. Fransız Senatosu yakın zamanda, kadın kotasının 2016'ya kadar aşamalı olarak yürürlüğe girmesi için yeni bir yasayı tartışmaya başlayacak. Belçika, İngiltere, Almanya ve İsveç de benzer yasal düzenlemeler planlıyor. Ancak araştırmacılar bazı huzursuz edici bilgilerle boğuşmaktalar. Norveç'teki yönetim kurulu koltuklarını kadınlarla doldurmak henüz ne yönetim kurullarının profesyonel kalitesini, ne de şirket performansını artırdı. Michigan Üniversitesi tarafından pek ses getirmeyen bir araştırma, ilk etkilerin eksi yönde olduğunu ileri sürüyor. Kadın yöneticilerin sayısının 6 katına çıkması da kadın yönetim kurulu başkanlarının sayısında henüz bir artış sağlamadı. Geçtiğimiz 50 yıl içinde kadınlar politika ve toplumdaki yerlerini güçlendirdiler. Bununla birlikte, 21'inci yüzyılın ilk 10 yılını geride bırakırken, kadınların kurumsal gücü hâlâ az. Oysa pek çok ülkede kadınlar iş gücünün yarısından fazlasını temsil ediyor. Avrupa Profesyonel Kadın Ağı'na göre, 2008 yılında Avrupa Birliği'ndeki en büyük 300 şirketin yönetim kurulu üyelerinin yüzde 9,7'si kadınlardan meydana geliyordu. 2004 yılında bu oran yüzde 8'di. ABD'de en büyük 500 şirketin yönetim kurulunun kabaca yüzde 15'ini kadınlar oluşturuyor. Asya'daki şirketlerde kadın yöneticilerin sayısı çok az. Kadınlar Çin'de ve Hindistan'da yönetim kurulu üyeliklerinin yüzde 5'ini, Japonya'da da sadece yüzde 1,4'ünü dolduruyor. Geleneksel eğilimlerin yok edilmesi kolay değil. Oslo merkezli uluslararası bir telekomünikasyon şirketi olan Telenor'un İletişimden Sorumlu Başkan Yardımcı Hilde Tonne, "Kariyer basamakları ne kadar dikse, 'homojen' olmayan yöneticiler seçme konusundaki risk algısı da o kadar fazla oluyor. Yükseldikçe çeşitlilik zorlaşıyor" diyor. Norveç hükümeti kota için ilk yasal adımı attığında, yönetim kurulundaki kadınların sayısı on yıldır yılda yüzde 1 oranında artıyordu. "Yüzde 40'a ulaşmak 200 yıl alacaktı" diyor Hole. Kota, Norveç iş dünyasına "daha fazla toplumsal eşitlik ve rekabet sağlamamın bir yolu" şeklinde pazarlandı: "Hangi cinsiyetten olursa olsun, en iyi kişileri işe alarak kar elde edersiniz" dendi. Bazıları kadın dostu Norveç'te bile, kadınların hâlâ liderlik pozisyonları için mücadele etmediğini söylüyor. 2003 yılında ülkenin en büyük iş lobisi Norveç Şirketler Federasyonu'nun kadın liderler bulma çabasına destek olan Danimarkalı Ekonomist Benja Stig- Fagerland, "Güç size bahşedilen bir şey değildir. Kendi çabalarınızla almanız gereken bir şeydir" diyor ve ekliyor: "Bir kadının becerilerini abartarak pazarladığını görmedim." Bazıları toplumsal eşitliğin deneyimin önüne geçmesinden endişe ediyor. Profesyonel bir yatırımcı olan Ruilf Rustad, "Yönetim kurulunun yüzde 30 veya 40'ını birdenbire deneyimsiz kişilerle doldurursanız, yeni üyelerin manipüle edilmesi kolay olur. Bu, sadece sağduyuyla ilgili bir şey" diyor. Başlarda uygulamaya kuşkuyla yaklaşan Tonne, uzun süreli etkilerin kısa vadede ortaya çıkan dezavantajları bastıracağını düşünüyor. "Bin yıldır kadınları dışarıda bırakıyoruz. Yani zaten kotamız vardı ama bunlar erkekler içindi" diyor Tonne.

ABD'nin Nobel ödüllü ilk ekonomisti öldü


Paul Samuelson, ABD başkanlarına Keynesyen ekonominin nasıl çalıştığını öğretmişti.

15/12/2009 19:16
ABD'nin Nobel ödülü alan ilk ekonomisti Paul Samuelson 94 yaşında öldü. Samuelson'un öğrencileri arasında Stiglitz ve Krugman gibi daha sonra Nobel ödülü alan isimler de var
BELMONT- 20.yüzyılı en önemli ekonomistleri arasında gösterilen Paul A. Samuelson önceki gün 94 yaşında hayatını kaybetti. Samuelson, Nobel ödülünü 1970 yılında ekonomik problemlerin çözümünü matametiksel olarak ifade eden çalışmaları sebebiyle almıştı.Nobel ödülü kazanan ilk Amerikalı ekonomist olan Paul Samuelson’un öğrencileri arasında sonraki yıllarda Nobel ödülü kazanan Franco Modigliani, Paul Krugman, Joseph E. Stiglitz gibi ünlü ekonomistler de bulunuyor. Samuelson’un 1948’te yazdığı ekonomi kitabı, 30 yıl boyunca ABD’nin en çok satan ders kitabı kategorisinde ilk sıralarda yer aldı.Samuelson’un ekonomi kitabı, on yıllar boyunca öğrencilere iktisadi konular hakkında nasıl düşünmeleri gerektiğini öğretti. Samuelson’un ders kitabı, Britanyalı iktisatçı John Maynard Keynes’in ‘Büyük Buhran’ döneminde devrim yaratan fikirlerinin açıklanmasına da ciddi anlamda katkı sağladı. Bilindiği gibi, Keynesyen iktisadi düşünce, ekonomik krizin derinleştiği dönemde devletin, kamu harcamaları ve vergi indirimleri yaparak ekonomik hayata müdahale etmesi yaklaşımını benimsiyor.Vergi indirimi önermiştiSamuelson, 1960 seçimi sonrasında dönemin ABD Başkanı J. F. Kennedy’ye ABD ekonomisinin resesyona doğru ilerlediği ve vergi indirime gidilmesi gerektiğini belirtti. Kampanyasında dengeli bütçe politikası uygulayacağı konusunda açıklamalar yapan Kennedy bu fikirden memnun olmamasına rağmen Samulson’un teklifini kabul etti. Fakat Kennedy 1963’te bir suikaste kurban gidince, Samuelson’ın tavsiyelerini dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson uygulamaya koydu. Samulson’ın iktisadi yaklaşımını uygulayan ABD ekonomisi, 1960’lı yılların ortalarında hızlı büyüdü. Samuelson, ABD Başkanlarına Keynesyen ekonominin nasıl çalıştığına ilişkin öğretici bir görev yapmıştı.

Çok kazanan kadın çok dayak yiyor!


Kadına Yönelik Şiddet’ araştırmasına göre, her üç kadından biri eşinden dayak yiyor. Çalışan kadının kocasından daha çok kazanması da şiddet sebebi Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Ayşe Gül Altınay ...
Kadına Yönelik Şiddet’ araştırmasına göre, her üç kadından biri eşinden dayak yiyor. Çalışan kadının kocasından daha çok kazanması da şiddet sebebi
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Ayşe Gül Altınay ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yeşim Arat, 56 ilden, 1800 evli kadınla görüşülerek hazırladıkları “Kadına Yönelik Şiddet Araştırması”nın sonuçlarını açıkladı. Ocak 2006 ile Haziran 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen araştırmaya göre, ilk evliliğini yaşayan ya da evlenip boşanmış her üç kadından biri eşinden dayak yiyiyor.
TÜBİTAK’ın desteğiyle hazırlanan çalışmanın endişe uyandıran bir diğer tespitine göre de yüksek öğrenim görmüş her 6 erkekten biri eşine fiziksel şiddet uyguluyor. İşte araştırmadan elde edilen çarpıcı verilerden bazıları:
Dayak yiyen kadınların yarısı bu durumdan daha önce hiç kimseye bahsetmediğini söylüyor.
Kocasıyla kendisi tanışan ve ailesinin onayıyla evlenenlerin yüzde 22’si, görücü usulüyle evlenenlerin yüzde 37’si, kendileri tanışıp ailelerinin onayını almadan evlenenlerin ise yüzde 49’u şiddet görüyor.
Her 10 kadından yalnızca biri başka bir şehre ya da köye izin almadan gidebiliyor.
Okuma-yazma bilmeyen kadınlar arasında şiddet oranı yüzde 43 iken, yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran yüzde 12’ye düşüyor. Ancak bu konuda yüksek öğrenim görmüş kadınların durumu saklaması gerçek veriye ulaşmayı engelliyor.
Ankete katılan kadınların yüzde 89.4’ü dayağın haklı görülebilecek bir tarafı olmadığını düşünüyor.
Çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddet, şiddete yönelme olasılığını iki kat artırıyor.
Katılımcıların yarısı medeni kanunda yeniden düzenlenen mal rejiminden habersiz olduğunu söyledi.
Türkiye’nin orta ve batısında okur-yazar olmayan kadınların oranı yüzde 15,5 iken, bu oran doğuda yüzde 41,9’a çıkıyor.
Kadınların ev dışında istedikleri işte çalışabilmeleri gerektiği görüşüne katılanların oranı yüzde 87.
Ankete katılanların yüzde 70-85’i devletin erkekleri eğiterek, sığınma evleri açarak ya da ağır cezalarla şiddeti engelleyebileceğini düşünüyor.
Kadınların yüzde 92’si mahkemelerin şiddet uygulayan erkeklere ceza vermesini istiyor.

Bill Gates, 17 yıldır ABD'nin en zengini


Forbes dergisinin listesinde Microsoft'un patronu Bill Gates üst üste 17. kez birinci sırada yer aldı. Facebook'un 26 yaşındaki üç kurucusu listede kendine yer buldu. En genç zengin de yine Facebook'tan.


Forbes dergisinin yayınladığı araştırmaya göre, 17 yıldır ABD’nin en zengini olan Microsoft’un kurucusu Bill Gates bu yıl da unvanını korudu. Forbes “En Zengin 400 ABD’li” listesine göre, Gates, geçen yıl servetini 4 milyar dolar artırarak 54 milyar dolara çıkardı. Bill Gates’in ardından ikinci sırayı servetini 5 milyar dolar artırarak 45 milyar dolara çıkaran Warren Buffet, üçüncü sırayı ise 27 milyar dolar değerindeki serveti ile Oracle’ın kurucusu Larry Ellison aldı. Listenin dördüncü sırasında Wall-Mart’ın varisi Christy Walton servetini, bu yıl 24 milyar dolara çıkarırken, Koch Kardeşler 21,5 milyar dolarlık servetleri ile beşinci sırayı paylaştı.
FACEBOOK KURUCULARI DA LİSTEDEListede yer alanlar arasında Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg de bulunuyor. Listenin 35’inci sırasında yer alan Zuckerberg, servetini bu yıl yüzde 245 oranında artırarak, 6,4 milyar dolara çıkardı. Facebook’un kurucularından Dustin Moskovitz, listenin en genç milyarderi oldu. 26 yaşında olan Moskovitz, Zuckerberg’den yalnızca 8 gün küçük. Listeye yeni giren 26 kişiden biri olan Eduardo Saverin de Facebook’un kurucularından biri. Listede yer alan bir başka isim ise Manchester United’ın sahibi Malcolm Glazer ve ailesi oldu. Glazer, listenin 34’üncü sırasında bulunuyor. Listenin en zengin kadını, 12,5 milyar dolar değerindeki serveti ile Anne Cox Chambers oldu. Cox Enterprises’in sahibi olan 90 yaşındaki Cox, listenin 19’uncu sırasında yer aldı. Sanat ve televizyon dünyasının da yer aldığı listenin 110’uncu sırasında 3 milyar dolarlık serveti ile film yapımcısı ve yönetmen Steven Spielberg ile 130’uncu sırasında 2,7 milyar dolarlık serveti ile televizyon sunucusu Oprah Winfrey bulunuyor.
400 KİŞİNİN SERVETİ, İSPANYA VE KANADA’NIN GSYH’SİNE EŞİT2009 Forbes 400 listesinde yer alan zenginlerin 217’si geçen yıl servetlerini artırdı, 84’ünün serveti ise azaldı. Forbes 400’de yer alanların toplam serveti ise bu yıl yüzde 8 oranında artarak 1,27 trilyon dolardan 1,37 trilyon dolar seviyesine çıktı. Listede yer alanların toplam serveti, İspanya ve Kanada’nın Gayri Safi Yurt içi Hasılasına (GSYH) denk geliyor. Listenin ilk 10’unda yer alanların toplam serveti 270,8 milyar dolar değerinde bulunuyor. Listede yer alan 231 milyarder 2006-2010 döneminde Demokrat Partiye toplam 6,2 milyar dolar değerinde bağış yaptı. 247 milyarder ise Cumhuriyetçi Partiye söz konusu dönemde toplam 7,3 milyar dolar değerinde bağışta bulundu. “Forbes 400” listesinin ilk 10’u, servetleri, yaşları ve işleri


1. Bill Gates 54 54 WA Microsoft


2. Warren Buffett 45 80 B. Hathaway


3. Larry Ellison 27 66 Oracle


4. Christy Walton 24 55 Walmart


5. Charles Koch 21,5 74 Perakende/Enerji

17 Eylül 1961 - Menderes idam edildi!

Gericiler ve liberaller Adnan Menderes'in ölüm yıldönümünde yine darbe karşıtlığı" görüntüsünde "demokrasi şehidi" diye övgüler düzecekler, bir kez daha demokrasi masalları anlatacaklar ama DP iktidarının ve Menderes'in halka karşı işlediği suçları elbirliğiyle hasıraltı edecekler.

***

1950-1960 yılları arasında Başbakanlık yapan Adnan Menderes, 27 Mayıs'ın ardından, Milli Birlik Komitesi tarafından kurulmuş olan Yüksek Adalet Divanı'nda yargılandı ve hakkında açılan 13 davanın 12'sinden suçlu bulunarak 17 Eylül 1961 tarihinde "Anayasa'yı ihlal" ettiği gerekçesiyle idam edildi.

Örneğin, Türkiye'deki siyasi tartışmalarda hiç eksik olmayan "örtülü ödenek"ten zimmetine para geçirme, Adnan Menderes'in Yassıada'daki yargılamalarda mahkum edilmesine neden olan "düzen içi suç"larından sadece birisiydi. "Cımbız Davası" olarak da adlandırılan yargılamada, Menderes bu suçtan 11 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı.

TBMM'de 1990 yılında çıkarılan bir yasayla, Menderes ve onunla beraber mahkum edilenlerin itibarları iade edildi.

"İtibar"ın iade edildiği suçlamalar hep "düzen içi" idi. Menderes ve diğerlerinin hanelerinde, yine "düzen içi"nde aklandıkları bu suçlardan başkaları da vardı.

Türkiye NATO'ya üye yapıldıTürkiye'nin yürürlükteki yasalarına ve uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen, Soğuk Savaş'ın hüküm sürdüğü dönemde ABD'nin yanında yer alındığını kanıtlamak için, yüzlerce gencin ABD'li generallerin emrinde Kore Savaşı'nda ölüme gönderilmesi ve bunun ertesinde Türkiye'nin NATO’ya girmesi, DP iktidarının suçuydu.

Menderes hükümeti, 1950 yılında, Türkiye'nin Kore Savaşı'nda Birleşmiş Milletler kuvvetlerine Türk Tugayı ile katılmasına karar vererek çok tartışılan bir karara imza attı. Sonuç, Türkiye'nin 1952'de NATO'ya tam üye olarak kabul edilmesi oldu.

Kore'ye asker gönderme meselesi, Menderes hükümeti ve üst düzey askeri yetkililerin bir araya geldiği 5 Temmuz 1950 tarihli toplantıda karara bağlandı. Bu kararın alınmasında büyük etkisi olan Menderes'in, dönemin Dışişleri Bakanı Mehmet Fuat Köprülü ile bir konuşmasında şu ifadeleri kullandığı bilinmektedir:

"Ortak güvenlik ruhunu yürütmek ve itibarımızı yükseltmek bakımından bu (Kore savaşı), bizim hesabımıza yaman bir fırsattır. NATO'ya kabul edilmemize de köprü olabilir. İngiltere ve diğer milletler bunu baştan savma karşılarlar ve suya düşerlerse, fırsat bizim için de, hür dünya için de elden gider. İşte bu yüzden herkesten evvel çağrıya olumlu cevap vermek ve diğer milletleri olmuş bitmiş bir durum karşısında bırakmak istiyoruz. Fakat işin içinde Türk askerinin davası olması dolayısıyla Meclis kararı almaya kalkışırsak, iş uzar, dedikodunun sonu gelmez. Bir saat bile kaybetmeden, sorumluluğu üzerimize alarak karar vermek, kararı Birleşmiş Milletler'e ve Amerika'ya bildirmek zorundayız…"

NATO üyeliği, "barış ve komünizmle mücadele"yi gerektiriyorYine 1952 yılında, NATO'nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizami harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kuruldu. DP iktidarı, içeride de sola ve ilericilere karşı terör estirmeye başladı.

Yüksek bir oy oranıyla iktidara gelişinin ilk yılında art arda gerçekleşen bu olaylar, DP'nin demokrasiye katkılarının değil, halka karşı işlenecek daha nice suçun habercisi oldu.

21 Mayıs 1950'de Behice Boran, Adnan Cemgil, Nevzad Özmeriç, Vahdeddin Barut, Osman Faruk Toprakoğlu, Turgut Pura, Affan Kırımlı, Reşad Seviçsoy, Muvakkar Güran tarafından kurulan Türk Barışseverler Cemiyeti, DP hükmetinin Kore'ye asker gönderilmesi kararını protesto ettiği için kapatıldı, tutuklanan yöneticileri hakkında 15 ay hapis kararı alındı.

DP iktidarının ilk yılları: '51 TevkifatıDP iktidarının yine ilk yılında, sola yönelik ciddi bir saldırıya girişildi.

1951'de başladığı için "'51 Tevkifatı" olarak bilinen, dönemin TKP'sine yönelik büyük tutuklama dalgası 1952 yılında da sürdü. Zeki Baştımar, Şefik Hüsnü Değmer, Mihri Belli, Sevim Belli, Enver Gökçe, Mübeccel Kıray, Arif Damar, Ruhi Su, Orhan Suda, İlhan Başgöz, Ulvi Uraz, Yılmaz Çolpan, Nejat Özon, Şükran Kurdakul, Behice Boran ve Aclan Sayılgan gibi isimlerin de yer aldığı toplam 187 kişinin tutuklandığı dava, Ankara Askeri Mahkemesi'nde görüldü.

Türk Ceza Kanunu'nun ünlü 141 ve 142'nci maddelerinde yapılan ağırlaştırıcı değişiklikler de DP iktidarının eseriydi.

Nâzım Hikmet vatandaşlıktan çıkarılıyorAKP'nin Türkiye'nin yakın tarihine dair müdahalelerinde, siyasi geleneğinin sahiplenicisi olduğunu ilan ettiği DP'nin özel bir yeri oldu.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, "solun fetiş haline getirdiği Nâzım Hikmet, İsmet İnönü'nün işbaşında olduğu dönemi hapiste geçirmiştir. Menderes'in affıyla dışarı çıkmıştır" dedi. Günay, DP hükümetinin Nâzım Hikmet'i vatandaşlıktan çıkarttığını ise "unuttu".

1950 yılının Ekim ayında Kore'ye ilk askerlerin gönderilmesinin ardından yazdığı ünlü "23 Sentlik Asker" şiiriyle DP hükümetine muhalefetini sürdüren Nâzım Hikmet, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes'in imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanan 13401 sayılı ve 25 Temmuz 1951 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile vatandaşlıktan çıkarılmıştı.

Kararda, "pasaportsuz olarak İstanbul'dan Romanya'ya kaçan ve oradan da Moskova'ya giderek havaalanında memleketi aleyhinde beyanatta bulunduğu ve müteakiben radyo yayınlarında Türkiye'nin hükümet şekli ve hükümeti idare edenler aleyhinde geniş propaganda kampanyasına girişerek, komünizmi yaymak maksadını güden neşriyatiyle Sovyet Hükümeti'nin verdiği hizmeti ifa etmekte olan maruf komünist Nâzım Hikmet Ran'ın kendisine bu hizmeti terk etmesi hususunda yapılacak tebligatın da bir fayda vermeyeceği mülahaza edildiğinden, Türk Vatandaşlığı'ndan çıkarılması Bakanlar Kurulunca kararlaştırılmıştır'' deniliyordu.

DP'nin işçi düşmanlığıMuhalefette iken iktidara geldiğinde sendikalara grev ve toplu sözleşme hakkını tanıyacağı vaadinde bulunan DP, emekçi sınıfların desteğini kazanmayı hedeflemişti. Fakat diğer pek çok başlıkta olduğu gibi bu başlıkta da "demokrasi"nin gereğini yerine getirmekten uzak duran DP, 1950 seçimlerinde iktidara gelmesine rağmen, hükümet programında yer verdiği grev ve toplu sözleşme hakkı ile ilgili yasa tasarısını TBMM'ye sunmadığı gibi, 1951'deki hükümet programında greve hiç yer vermedi ve sendikalardan bu yönde gelen taleplere bu kez kendisi baskı uygulamaya başladı. Tüm çalışanlar için sendika kurma özgürlüğü ve grev hakkı, DP'yi iktidardan el çektiren 27 Mayıs'ın ardından hazırlanan 1961 Anayasası ile sağlanmıştı.

6-7 Eylül olayları, DP iktidarının "tertibi"Tarihe "6-7 Eylül olayları" olarak geçen, 1955 yılında İstanbul ve İzmir'de azınlıklara karşı girişilen milliyetçi saldırılar, Türkiye tarihinin en karanlık ve planlı olaylarından biri oldu. Dönemin Kıbrıs tartışmaları üzerinden Rum vatandaşların hedef gösterildiği fakat sonraki gelişmelerin, asıl amacın İstanbul'daki gayrimüslim sermayenin tasfiye edilmesi olduğunu belgelediği 6-7 Eylül olayları DP iktidarının "tertibi" idi.

Saldırıların başlıca sorumlularından olan "Kıbrıs Türktür Derneği"nin o dönemde ikinci başkanlığını yapan Orhan Birgit, geçtiğimiz yıl bir gazeteye verdiği röportajda, Atatürk'ün Selanik'te doğduğu eve bomba atılması olayının DP hükümetince planlandığını söyledi. Birgit, Kıbrıs sorununun çözümü için toplanan Londra Konferansı'na katılan dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun olayın sorumlularından birisi olduğunu, Atina'da Kıbrıs ile ilgili mitinglerin yapılması ve görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine Zorlu'nun, "o zaman Türkler de bir miting yapsın da, masada kimlerle oturduklarının farkına varsın bunlar" demiş olabileceğini belirtti. Birgit'in, Zorlu'nun masada "biz masada anlaşırız ama toplumu kontrol edemeyiz" demesinin ardından 6-7 Eylül olaylarının başladığı yönündeki ifadesi de DP'nin yaşananlardaki payı hakkında dikkate değer bir değerlendirmeydi.

Tertibin en ilginç yönlerinden biri ise, olayların hemen ardından basında çıkan haberlerde önce, “halkın duygusal tepkisi”, “milli galeyan” gibi ifadelere yer verilirken kısa bir süre içerisinde hiçbir delile dayanmadan “komünistler”in suçlanması oldu. Emniyetteki dosyada adı yer alan elli solcu aydın tutuklandı. Aceleyle hazırlanmış suçlular listesinde çok önceden ölmüş olanlar ve askerliğini yapmakta olanlar da vardı. Aydınlar 5 ay cezaevinde tutulduktan sonra beraat ettiler.

Yabancı sermayeye geçit veriliyorÜlke içinde, 6-7 Eylül olaylarında evleri ve işyerleri yakılıp yıkılan ve Türkiye'yi terketmek zorunda kalan gayrimüslim yurttaşların geride bıraktığı sermayenin, hızla müslüman iş adamlarına verilmesiyle el değiştirmesi, böylelikle de milli burjuvazi yaratma hedefinde bir aşamanın daha geçilmesine tanıklık edilirken, DP iktidarı bir yandan da yabancı sermayeye geçit verdi.

Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni de ilk kez DP iktidarı döneminde verildi. Aynı zamanda Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası çıkarıldı.


anayasa değişikliğinin gerçek içeriği

Anayasa değişikliğinde tavırlarını "Yetmez Ama Evet" olarak açıklayanların broşürlerinde yazan yalanları tek tek ortaya çıkarıyoruz.

Yalan 1: Yetmez ama ‘Evet’ diyoruz, çünkü darbecileri, işkencecileri, katilleri koruyan Geçici 15. Madde kalkacak. Darbecilerin yargılanmasının yolu açılmış olacak.

*AKP geçici 15. maddeyi kaldırarak darbecileri yargılayamayacak. Çünkü 30 yıllık zaman aşımı süresinden dolayı dava düşecektir. 16 Mart Beyazıt katliamını gerçekleştiren faillerde zamanaşımından faydalanmış, dava düşmüş ve hiçbir ceza almamışlardır. CHP ve BDP mecliste darbecilerin zaman aşımından faydalanmasını engellemek için darbelerin insanlık suçu ilan edilmesi, böylece zaman aşımı süresinin kalkması için önerge getirmişlerdir. AKP iktidarıda bunu desteklememiştir. Darbecilerin yargılanacağını söyleyenler bunu hiç ağızlarına bile almamaktadır. Referandum günü de 30 yıllık zaman aşımı süresi dolmaktadır.


Yalan 2: Danıştay ve İdare Mahkemeleri Kamu yararına aykırı diyerek yürütme/bakan/belediye başkanı gibi karar veremeyecek.

*AKP iktidarı bu değişiklikle yerindelik denetimini yasaklamaktadır. Bakanlıkların, belediyelerin sosyal adalet ve kamu yararı ilkeleri çercevesinde denetlenmesini istememektedir. Çünkü böylece daha rahat zam yapabilecek, Karadeniz'de de daha çok HES yapabilecektir. Örneğin Metrobüs zamları turnikeden atlayarak fiili ve hukuki mücadele sonucunda geri çektirilmiştir. Mahkeme bu zamların kamuyu zarara uğrattığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurmuştur. Bu değişiklik halkın zararınadır. Savunulacak bir tarafı yoktur.

Yalan 3: Güçsüz olana pozitif ayrımcılık yapılacak.

*Yapılması gereken ve yapılmayan kadınlara pozitif ayrımcılık getirmektir. Kadın erkek eşitliği konusunda alınacak tedbirler kadın haklarına somut kazanımlar sağlamamakta ve içeriği muğlak bırakılmaktadır. Başbakan R.T. Erdoğan ''Kadın erkek eşit değildir'' diyerek, sığınma hakkı isteyenlere de ''türk kadını sığınmaz'' diyerek kadınların taleplerini reddetmektedir. Aynı zaman da bu değişiklikte şehit ve gazi eşlerine ayrıcalık getirilmesinden bahsedilirken, bunun yanında doğuda ve güneydoğuda sakat kalan, ölen insanların eşlerinden bahsedilmemektedir. Bu durumda milliyetçiliği arttırmaktadır.

Yalan 4: Özgürlük ve demokrasi için yetmez ama evet

*Bu anayasa değişikliğinde 12 Eylül'le hesaplaşma özgürlük ve demokrasi yoktur. AKP 12 Eylül kurumlarının özüne hiç dokunmamaktadır ele geçirmek istemektedir. Örneğin YÖK bugün AKP elindedir ve üniversitelerde anti demokratik uygulamalar AKP'li YÖK ile sürmektedir. Yunus Söylet 54 öğrenciye 14 yıl 9 ay uzaklaştırma cezası vermiştir. Yunus Söylet de Tayyip'in özel doktorudur.
DGM'lerin devamı olan özel yetkili mahkemelerde KCK operasyonlarıyla onlarca belediye başkanı bu mahkemelerde yargılanmış ve tutuklanmıştır. Samsun da Adana da arkadaşlarımız evlerinde Deniz Gezmiş, Mahir Çayan posteri olduğu için 30 Mart'ta Kızıldere'de ölenleri andıkları için terör örgütü üyesi gerekçesiyle tutuklanmıştır. Ayrıca referandum sürecinde hayır diyenler polis tarafından saldırıya maruz kalmış ve tutuklanmıştır. AKP iktidarı süresince Türkiye'nin insan hakkı ihlalleri ortadadır. Demokrasi ve özgürlük de tümden yalandır.

Yalan 5: İşçi ve memurların örgütlenme ve mücadele hakkı artacak

*AKP ve anayasa değişikliğini savunanlar işçi ve memurların sendikal hakları konusunda çok açık sahtekarlık yapmaktadırlar. AKP'nin anayasa taslağında grev hakkını tanıyan bir madde bile bulunmamaktadır. Yapılan değişikliklire göre memur-işçi ve hükümet arasında çıkan uyuşmazlığın AKP yanlısı Kamu Görevlileri Hakem kurulu son sözü söyleyecek. Anayasa taslağında sendikal hakları genişlettiğini söyleyen AKP iktidarı işyerlerinde sendikaların olmaması için iktidarının ilk yıllarından itibaren sürekli elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. AKP var olan sendikaları ise kendine yakın bir çizgiye çekmeye çalışıyor. Bu anayasa taslağında işçi ve memur haklarını savunan ve sendikal örgütlenmelerini geliştiren bir madde bulunmamaktadır.

Yalan 6: Fişleme sona erecek

*AKP bu anayasa ile kendi iktidarını güçlendirmekte ve toplum üzerindeki denetimini arttırmayı amaçlamaktadır. Yapılan değişiklik ile fişlemeler sona ermeyecektir. AKP Maraş millletvekili Avni Doğan'ın “40 yıl onlar fişledi, şimdi de biz fişliyoruz.” sözleri AKP'nin fişleme zihniyetinin kanıtlarındandır. AKP iktidarı ile birlikte toplumun büyük çoğunlu dinlenmiş kayıt altına alınmıştır.


Anayasa paketini özgürlük ve demokrasi olarak pazarlayan AKP halkın temel sorunlarına dair hiçbir şey yapmamaktadır. Anayasa paketinde Kürtleri, Alevilerin ve kadınların haklarını içeren maddeler bulunmuyor. AKP eşitlikten bahsediyor; ancak üniversite harçlarını kaldırmıyor,eğitimi parasız temel bir hak olarak anayasal güvence altına almıyor. AKP'nin bu anayasa ile yapmak istediği ortadadır: kendi iktidarını güçlendirmek ve patronların isteklerini karşılamak. “Yetmez Ama Evet “diyenler ise AKP iktidarının bu hedeflerini alkış tutarak destekliyor.

Gerçekten eşit ve demokratik bir anayasa istediğimiz için biz HAYIR diyoruz.
can yücelin şiiriyle noktalayalım.
Kulağımı yeryüzünün toprağına dayamışım Burdan da duyuyorum yurdumun ...Sesli-sessiz o an'anevi ve emevi Siktirici "evet"leri içinden yükselen Mavi tulumlu "hayır" seslerini, Upuzun bir kuraktan sonra Düşen ilk damlalar onlar Bardaktan ve zincirinden boşanan Nisan Yağmurları ve Nisan Tezleri Sağanaklarla sellerin mutlu habercileriÇünkü yurdum sahneden Yanar-dönerler giymiş bir zıpırın "Evet dedi diye yarışmada İzmir Marşı'yla indirdiği Ağzı sade "evet" demek için açılan Şaşkınların sirki değildir "Hayır!" diyoruz artık "Hayır!" "Hayır!" Bu EVETİSTAN'a Hayır!Can YÜCEL

komünizm fıkraları

İngiliz televizyon belgeselcisi Ben Lewis, Rusya’yla ilgili yaptığı araştırmalar sırasında karşısına çıkan komünist dönem fıkralarından çok etkilenip bu konu üzerine yoğunlaşmaya karar veriyor. Rusya, Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti’ne gidiyor. Birçok belgeye ulaşıyor, röportajlar yapıyor. Sonunda komünist dönemin fıkralarını, neden ve nasıl oluştuğunu anlatan, insanların neye neden güldüğünü çözmeye çalışan bir kitap yayınlıyor: Hammer and Tickle (Çekiç ve Gıdıklanma)...Birçok fıkrayı bir araya getiren kitabın ana teması şu: Bir Sovyet fıkrası ciltler dolusu felsefi metne bedeldir. Komünist dönemdeki hayatın akışını öyle basite indirgeyerek anlatır ki yapılan propagandaların saçmalığını en iyi şekilde gözler önüne serer. Sovyet fıkraları en zor zamanlarda bile ayakta kalmayı başarmış, nesilden nesile geçerek dimdik ayakta kalmış, totaliter rejimler altında kalan halkların en büyük silahı olmuştur. Değerli okurum Giray Ertuğrul bu kitapla ilgili bilgiyi gönderdiği sırada Rus orduları Gürcistan’a girmişlerdi. Artık komünizm yok ama Ruslar bir anda böyle gündeme gelince ben de Ben Lewis’ın kitabındaki fıkralarından örnekler vermenin tam zamanı olduğunu düşündümŞeytanla konuşmaBrejnev, Nixon’ı ziyaret eder. Nixon masasındaki kırmızı telefonla şeytanı arar ve 15 dakika konuşur, yardımcısı, “Bu konuşma bin 500 dolar tuttu” der.Brejnev, Moskova’ya döner ve yardımcısına “Bana şeytanı ara, Amerikalılar konuşabiliyorsa, ben de konuşurum” der. Şeytanla 15 dakika konuşup kapattıktan sonra yardımcısına sorar: “Bu konuşma ne kadara patladı bize?”Yardımcı cevap verir: “5 cent efendim!” Brejnev şaşırır: “Niye bizimki o kadar ucuz?” Yardımcı: “Çünkü Amerikalılarınki milletlerarası tarife, bizimki şehir içi.”Vayyy ne cesaretRomanya lideri Çavuşevsku ile Reagan ve Gorbaçov lüks bir kruz gemisinde seyahat eder. Köpekbalıkları etraflarını sardığında Reagan şov yapmak için saatini denize atar ve korumasına seslenir: “John, git ve saatimi getir.”Koruma düşünmeden suya atlar ve saati getirir. Kalabalık “Vaay, ne cesaret!” der. Gorbaçov altta kalmaz saatini atar, koruması atlar getirir. Kalabalık “Vaay, ne cesaret!” der. Çavuşevsku aynı şeyi yapar. Koruması kıpırdamaz. “Hayatta atlamam efendim” der. Kalabalık “Vaay, ne cesaret!” der.Beş dakikaSibirya’daki bir hapishanede üç tutuklu sohbete dalar. Birincisi: “Beni hapse attılar çünkü fabrikaya hep 5 dakika geç geliyordum. Sabotaj yapacağımdan şüphelendiler.” İkincisi: “Ben hapisteyim çünkü fabrikaya hep 5 dakika erken geliyordum. Ajan olduğumdan şüphelendiler.” Üçüncüsü: “Ben fabrikaya hep zamanında geliyordum. Batı icadı bir saatim olduğu için hapse atıldım.”Kim öksürdüStalin fabrika işçilerine bir konuşma yapar: “Sovyetler Birliği’nde bizim için en değerli şey insan hayatıdır.” Bu sırada salondan birinin öksürük sesi gelir. “Kim öksürdü” diye sorar Stalin. Ses yok. “Pekala o zaman NKVD’yi çağırın.” Stalin’in polis teşkilatı NKVD ellerinde yarı otomatik silahlarla girer ve fabrikadaki işçileri taramaya başlar. En sonunda fabrikada 7 kişi kalır. “Kim öksürdü?” diye bir kez daha sorar Stalin. Bir adam elini kaldırır. “Feci şekilde grip olmuşsunuz. Hemen arabamı alın ve bir hastaneye gidin” der, Stalin.Cehennem beğenAdamın biri ölür, arafta ona iki seçenek sunulur: Ya komünist cehenneme gideceksin ya da kapitalist cehenneme! Adam kapitalist cehennemin kapısına gider, Ronald Reagan’la karşılaşır, nasıl bir yer diye sorar. Reagan cevaplar: “Burada adamı önce diri diri kızgın yağa atarız, sonra da kör bıçaklarla küçük parçalara ayırırız.” Adam hızla uzaklaşıp komünist cehenneme gider. Kapısının önünde uzun bir sıra olan cehennemin başında Karl Marx vardır. Burası nasıl diye sorar. Marx cevaplar: “Burada adamı önce diri diri kızgın yağa atarız, sonra da kör bıçaklarla küçük parçalara ayırırız.”Adam şaşırır: “Kapitalist cehennemden farkı yok, neden millet buraya girmek için sıraya giriyor?” Marx cevaplar: “Çünkü genellikle yağımız biter, çoğunlukla bıçağımız da yoktur...”Hangi kuyrukMoskova’da bir votka dükkânının önünde beş kilometrelik uzun bir sıra vardır. Adamın biri içinde bulunduğu duruma çok sinirlenir ve Gorbaçov’u öldüreceğim diye sıradan çıkar. Bir saat sonra döndüğünde sıradakiler sorar: “Gorbaçov’u öldürdün mü?” Adam, “Hayır” der, “Onun sırası daha da uzundu.”Stalin’in piposuGürcü delegeler Stalin’i çalışma odasında ziyaret eder. Görüşme bitip delegeler odadan çıkarken Stalin piposunu aramaya başlar. Kağıtların altına, masaya bakar bulamaz. Bunun üzerine siyasi polis şefi Lavrenti Beria’yı çağırır: “Gürcüleri koridorda yakalayıp bak bakalım. Pipomu onlardan biri mi almış?” Beria koşarak çıkar. Bir süre sonra Stalin piposunu masanın altında bulur. “Beria, gel buldum pipoyu gerek kalmadı.” Beria cevap verir: “Biraz geç kaldınız efendim. Delegelerin yarısı piponuzu aldığını itiraf etti. Geri kalanı da sorgulama sırasında öldü!”Afrikalı çıplaklarStalin bir gün limuzininde şoförüyle sohbete dalar. “Söyle bakalım, devrimden sonra daha mı mutlu oldun, daha mı mutsuz oldun?” Şoför cevap verir: “Daha mutsuz oldum çünkü devrimden önce iki tane takım elbisem vardı, şimdi bir tane var.” Stalin karşılık verir: “Ohoo, sen haline şükret. Afrika’da halk çırılçıplak koşturuyor!” Şoför sorar: “Öyle mi? Onların devrimi ne zaman olmuştu?”İki iskeletİki iskelet Kiev sokaklarında karşılaşır. “Merhaba” der bir tanesi, “Sen ne zaman öldün?” Diğeri cevap verir: “1932’deki Büyük Kıtlık’ta. Peki ya sen?” İskelet “Tanrı’ya şükür, henüz ölmedim” diye yanıtlar. Diğeri onu uyarır: “Şşşt, bugünlerde Tanrı’ya değil, Stalin’e şükretmelisin. Ancak Stalin öldüğünde tekrar Tanrı’ya şükredebilirsin!”

dershane rezilliği



DERSANE REZİLLİĞİ! “5 ŞIKKIN ARASINA SIKIŞAN HAYATLAR, ÇAĞDAŞ KÖLELER!”Yıllarca tomarla para verip, gençliğimizi harcayıp 5 şıkkın arasında gidip geliyoruz. Ülkeden, dünyadan, habersiz hayatı 5 şıktan ibaret zanneden insanlar oluyoruz… Kitap denince aklımıza soru bankaları, konu anlatımları geliyor…Merkezi sınavları kazanıp üniversİteye girip 4 yıl okuyoruz, başarılı olup diploma alıyoruz ama yeniden bir merkezi sınava (KPSS) girmeden devlet memuru olamıyoruz. Bu amaçla birkaç yıl daha yine dersanelere gidiyoruz.Bu sırada yaşlanıyoruz, farkında olmadan hayatı kaçırıyoruz.Ve nihayet yıllar sonra belki 24, belki 25, belki de 35 yaşında iş hayatına atılıyoruz…Hayırlı işler, bol kazançlar!…Sizce de bu işte bir gariplik, bir oyun yok mu?DERSANE GARABETİİlk okuldan iş hayatına atılıncaya kadar en az okul kadar belki daha da fazla dersane garebetiyle uğraşıyoruz.Nedir bu dersane garabeti? (Dersane garabetini çok yakından tanıyan biri olarak anlatayım da dinleyin)1. Türk eğitim sisteminin içinde bulunduğu rezilliğin en açık ifadesidir dersane,2. Tarikatın, cemaattin (Özellikle de Fethullah örgütlenmesinin) genç nesilleri zehirlemek için yararlandığı bir karşı devrim aracıdır dersane,3. Türk gencini, 5 şıkkın arasına sıkıştırarak öğüten, Türk gencinin bütün dinamizmini ve yaratıcılığını tüketen bir zihin dondurma makinasıdır dersane,4. Hırsızın, uğursuzun, tefecinin, uyanığın, kara para akladığı, bir karhanedir (kar edilen yer) dersane,5. Velinin ve Öğretmenin sömürüldüğü bir kölelik sistemidir dersane,ÇAĞDAŞ KÖLELER: DERSANE ÖĞRETMENLERİÖğretmenler kutsaldır; ama dersane öğretmenleri çok daha kutsaldır!Hükümetin her üniveristede bir eğitm ve fen edebiyat fakültesi açmasıyla kontrolsüz bir biçimde sayıları artan öğretmenler, devlete atanamayınca haliyle geçinebilmek için kendilerini dersanelerin kucağında bulmaktadırlar.Sadece para kazanmak amacı taşıyan dersaneler de “fabrika” mantığıyla, bol miktardaki bu eğitim emekçilerini alabildiğince sömürmektedir.Tecrübesizlik bahanesiyle yıllarca asgari ücretle “stajerlik” yapmaya mecbur bırakılan genç öğretmenler, önce sabah 8 akşam 8 (hatta bazen gece10) dersanede soğuk etüt odalarında başı önde test çözmektedirler.Bu sırada öğretmeni ” fabrika işçisi” olarak gören para babası dersanecilerin her türlü baskısına maruz kalan genç öğretmen, dişini sıkarak stajerliğini tamamladıktan sonra haftada 30-50 saat arasında derse girmek zorunda bırakılmaktadır. Bazen günde 11-12 saat derse giren dersane öğretmeni, boş zamanlrında da etütlere ve ek derslere girmeye mecbur edilmektedir. Haftasonu da çalışmak zorunda bırakılan dersane öğretmeni haftada sadece bir gün tatil yapabilmektedir.Yani 6 gün, sabah 8, akşam 8, günde ortalama 8-10 saat derse girmektedir dersane öğretmeni,Hastalanma ve rapor alma hakkı yoktur dersane öğretmeninin,Çoğu sigortasızdır dersane öğretmeninin,İş güvencesi yoktur dersane öğretmeninin: Sözleşmelidir dersane öğretmeni, hiç bir geçerli nedene dayanmadan her an sözleşmesi fes edilebilir dersane öğretmeninin,Sendikası yoktur dersane öğretmeninin,11 ay çalışır ama 10 ay maaş alır dersane öğretmeni,Soru yazar dersane öğretmeni; haftada 100, ayda 1000 soru; testlere, sınavlara, dergilere, hatta bazen gazetelere… Bu soruları karşılığında tek kuruş alamaz dersane öğretmeni…Ve bu soruları satar acımasız, gözünü para hırsı bürümüş dersane sahibi; soru bankası yapar, gazeteyle anlaşır satar bu soruları… Ve hiç Allah’tan korkmadan genç öğretmenin alınterinin, aklının, emeğinin ürünü olan o soruların parasını cebe indirir…Çok gayretelidir, çok çalışkandır, çok fedekardır, işinde çok ustadır dersane öğretmeni: Dersinde adeta şov yapar, ona sadece öğretmen demek doğru değildir; o aynı zamanda bir tiyatro oyuncusur, bir tv spikerdir…Öğrencileriyle arkadaş gibidir,bir can dostudur dersane öğretmeni,Velilerle içli dışlıdır, veli toplantılarında tüm acılarını, dertlerini içine gömerek en temiz, en güzel giysileriyle, gülen yüzüyle çıkar velilerin karşısına dersane öğretmeni; çoğu zaman velileri hayran bırakır kendine….Sadece derse, ek derse, etüde girmekle bitmez işi dersane öğretmeninin, velileri tek tek aramak zorundadır, öğrenci kayıtlarının artması için…İşini kaybetmemek için “sekreterlik” yapmaya mecburdur dersane öğretmeni,Milli Eğitim Bakanlığı’nda üvey evlat muamelesi görür dersane öğretmeni,Yaz tatili yoktur dersane öğretmeninin, Haziran’ın sonunda dersleri biter, Ağustos’un başında dersleri başlar dersane öğretmeninin,Erken yaşlanır, erken bunalır, erken yorulur, erken sağlığını kaybeder dersane öğretmeni,Özetle, çağdaş köledir dersane öğretmeni…Cemaatçi, tarikatçi, mütahit, kalpazan, gözünü para hırsı bürümüş dersane patronunun iki dudağı arasındadır dersane öğretiminin kaderi….Anlayacağınız:Öğretmen kutsaldır; ama dersane öğretmeni iki kere kutsaldır…Sinan MEYDANİLK KURŞUN

DERSANE REZİLLİĞİ!
“5 ŞIKKIN ARASINA SIKIŞAN HAYATLAR,
ÇAĞDAŞ KÖLELER!”
Yıllarca tomarla para verip, gençliğimizi harcayıp 5 şıkkın arasında gidip geliyoruz. Ülkeden, dünyadan, habersiz hayatı 5 şıktan ibaret zanneden insanlar oluyoruz… Kitap denince aklımıza soru bankaları, konu anlatımları geliyor…
Merkezi sınavları kazanıp üniversİteye girip 4 yıl okuyoruz, başarılı olup diploma alıyoruz ama yeniden bir merkezi sınava (KPSS) girmeden devlet memuru olamıyoruz. Bu amaçla birkaç yıl daha yine dersanelere gidiyoruz.
Bu sırada yaşlanıyoruz, farkında olmadan hayatı kaçırıyoruz.
Ve nihayet yıllar sonra belki 24, belki 25, belki de 35 yaşında iş hayatına atılıyoruz…
Hayırlı işler, bol kazançlar!…
Sizce de bu işte bir gariplik, bir oyun yok mu?
DERSANE GARABETİ
İlk okuldan iş hayatına atılıncaya kadar en az okul kadar belki daha da fazla dersane garebetiyle uğraşıyoruz.
Nedir bu dersane garabeti? (Dersane garabetini çok yakından tanıyan biri olarak anlatayım da dinleyin)
1. Türk eğitim sisteminin içinde bulunduğu rezilliğin en açık ifadesidir dersane,
2. Tarikatın, cemaattin (Özellikle de Fethullah örgütlenmesinin) genç nesilleri zehirlemek için yararlandığı bir karşı devrim aracıdır dersane,
3. Türk gencini, 5 şıkkın arasına sıkıştırarak öğüten, Türk gencinin bütün dinamizmini ve yaratıcılığını tüketen bir zihin dondurma makinasıdır dersane,
4. Hırsızın, uğursuzun, tefecinin, uyanığın, kara para akladığı, bir karhanedir (kar edilen yer) dersane,
5. Velinin ve Öğretmenin sömürüldüğü bir kölelik sistemidir dersane,
ÇAĞDAŞ KÖLELER: DERSANE ÖĞRETMENLERİ
Öğretmenler kutsaldır; ama dersane öğretmenleri çok daha kutsaldır!
Hükümetin her üniveristede bir eğitm ve fen edebiyat fakültesi açmasıyla kontrolsüz bir biçimde sayıları artan öğretmenler, devlete atanamayınca haliyle geçinebilmek için kendilerini dersanelerin kucağında bulmaktadırlar.
Sadece para kazanmak amacı taşıyan dersaneler de “fabrika” mantığıyla, bol miktardaki bu eğitim emekçilerini alabildiğince sömürmektedir.
Tecrübesizlik bahanesiyle yıllarca asgari ücretle “stajerlik” yapmaya mecbur bırakılan genç öğretmenler, önce sabah 8 akşam 8 (hatta bazen gece10) dersanede soğuk etüt odalarında başı önde test çözmektedirler.Bu sırada öğretmeni ” fabrika işçisi” olarak gören para babası dersanecilerin her türlü baskısına maruz kalan genç öğretmen, dişini sıkarak stajerliğini tamamladıktan sonra haftada 30-50 saat arasında derse girmek zorunda bırakılmaktadır. Bazen günde 11-12 saat derse giren dersane öğretmeni, boş zamanlrında da etütlere ve ek derslere girmeye mecbur edilmektedir. Haftasonu da çalışmak zorunda bırakılan dersane öğretmeni haftada sadece bir gün tatil yapabilmektedir.
Yani 6 gün, sabah 8, akşam 8, günde ortalama 8-10 saat derse girmektedir dersane öğretmeni,
Hastalanma ve rapor alma hakkı yoktur dersane öğretmeninin,
Çoğu sigortasızdır dersane öğretmeninin,
İş güvencesi yoktur dersane öğretmeninin: Sözleşmelidir dersane öğretmeni, hiç bir geçerli nedene dayanmadan her an sözleşmesi fes edilebilir dersane öğretmeninin,
Sendikası yoktur dersane öğretmeninin,
11 ay çalışır ama 10 ay maaş alır dersane öğretmeni,
Soru yazar dersane öğretmeni; haftada 100, ayda 1000 soru; testlere, sınavlara, dergilere, hatta bazen gazetelere… Bu soruları karşılığında tek kuruş alamaz dersane öğretmeni…Ve bu soruları satar acımasız, gözünü para hırsı bürümüş dersane sahibi; soru bankası yapar, gazeteyle anlaşır satar bu soruları… Ve hiç Allah’tan korkmadan genç öğretmenin alınterinin, aklının, emeğinin ürünü olan o soruların parasını cebe indirir…
Çok gayretelidir, çok çalışkandır, çok fedekardır, işinde çok ustadır dersane öğretmeni: Dersinde adeta şov yapar, ona sadece öğretmen demek doğru değildir; o aynı zamanda bir tiyatro oyuncusur, bir tv spikerdir…
Öğrencileriyle arkadaş gibidir,bir can dostudur dersane öğretmeni,
Velilerle içli dışlıdır, veli toplantılarında tüm acılarını, dertlerini içine gömerek en temiz, en güzel giysileriyle, gülen yüzüyle çıkar velilerin karşısına dersane öğretmeni; çoğu zaman velileri hayran bırakır kendine….
Sadece derse, ek derse, etüde girmekle bitmez işi dersane öğretmeninin, velileri tek tek aramak zorundadır, öğrenci kayıtlarının artması için…İşini kaybetmemek için “sekreterlik” yapmaya mecburdur dersane öğretmeni,
Milli Eğitim Bakanlığı’nda üvey evlat muamelesi görür dersane öğretmeni,
Yaz tatili yoktur dersane öğretmeninin, Haziran’ın sonunda dersleri biter, Ağustos’un başında dersleri başlar dersane öğretmeninin,
Erken yaşlanır, erken bunalır, erken yorulur, erken sağlığını kaybeder dersane öğretmeni,
Özetle, çağdaş köledir dersane öğretmeni…
Cemaatçi, tarikatçi, mütahit, kalpazan, gözünü para hırsı bürümüş dersane patronunun iki dudağı arasındadır dersane öğretiminin kaderi….
Anlayacağınız:
Öğretmen kutsaldır; ama dersane öğretmeni iki kere kutsaldır…
Sinan MEYDAN
İLK KURŞUN














‎1979′DA İRAN DA “EVET” DEMİŞTİ! SONRA NE Mİ OLDU?İRAN'DA DA KARŞI DARBE ''REFERANDUMLARLA'' GELDİ..!!OKUYUNUZ VE PAYLAŞINIZ..!!!2002′den beri Türkiye’de olup bitenler, 1970′den sonra İran’da olup bitenlere şaşırtıcı derecede benziyor:Şöyle ki:İran’da 1970′lerin başında Humeyni yanlıları, geniş kapsamlı bir propaganda çalışmasına başladılar, bu süreçte yanlarına bazı SOLCULARI da aldılar.İran solu, Şah’ın devrilmesini ve yerine demokrasinin gelmesini bekliyor ve Mollalarla birlikte bunu başarabileceğini düşünüyordu.İran Şah’ı 16 Ocak 1979′da İran’ı terk etti.1 Şubat 1979′da Humeyni Tahran’a döndü!Demokrasi çığlıkları atan Humeyni yanlıları, halkın desteğini alıp kendi diktatörlüklerini kurmanın hesaplarını yapıyordu.Humeyni yanlıları halkın desteğini alabilmek için 1 Nisan 1979′da REFERANDUMA gittiler.Halk, “İslam cumhuriyetine evet mi hayır mı?” sorusuna cevap verecekti.Yapılan propagandalarda Humeyni’nin, Şah’ın diktatörlüğüne son vererek demokratik bir sistem kuracağı anlatıldı. Bu propagandaya en çok da bazı solcular kandı!Nihayet referandum yapıldı ve halk Şah’ın gitmesine EVET dedi.Evet’i alan Humeyni, halktan bu sefer de “Tüm yargının atamalarını yapmayı” istedi.Halk bunu da kabul etti!(Bizim Anayasa değişikliğinde de Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın hükümetin kontrolüne girecek olmasına dikkat!)Daha sonra ise halka “İslam Kültür Devrimi Paketini” oylattı.İşte bu paketin kabulunden sonra İran solu uyandı!Günaydın!Ama artık çok geçti!Humeyni’nin ülkeyi Şeriata ve dikta rejimine götürdüğünü anlayanlar harekete geçti:Üniversitelerde gösteriler yapıldı.Bu gösterilerin halkı etkileyeceğini düşünen Humeyni, iki yıllığına üniversiteleri kapattı.Humeyni diktatörlüğünü son olarak 1982′de perçinledi. Bu süreçte yaklaşık 2 milyona yakın muhalif solcu katledildi.Dünyanın en köklü kültürlerinden birini yaratan, tarihin en eski uygarlıklarından biri olan İran, 1970-1982 arasında göz açıp kapayıncaya kadar, “alıştıra alıştıra” değiştirilmiştir.1979′da İslam devrimiyle kabuğuna çekilen İran’da en büyük darbeyi de kadınlar yemiştir. Demokrasi bekleyerek referandumlarda Humeyni’yi destekleyen İran kadını, taşlanarak recm edilmeye başlayınca gerçekle yüz yüze gelmiştir!Ama artık çok geçtir!O İran, 1930′larda tıpkı Afganistan gibi Atatürk Türkiye’sini örnek alarak çağdaşlaşmış bir ülkedir. Tıpkı Afgan Karalı Emanuallah Han gibi, İran Şahı Rıza Pehlevi de Atatürk’ün çok yakın dostudur…Ancak, Atatürk Türkiyesini örnek alarak bağımsız ve çağdaş olmaya çalışan İslam dünyası, emperyalist Batıyı fena halde rahatsız etmiştir.Öteden beri Müslümanların akıl ve bilimden uzak durmalarını, hurafelerin bataklığında debelenmelerini isteyen Batı, İslam dünyasını yeniden hurafelerin bataklığına çekmek için çok uğraşmış ve bunda da başarılı olmuştur….Bugün bütün İslam dünyası dininin bağnazca yorumlandığı diktatörlerin yönetimindedir. Bu konuda Batıyı en çok uğraştıran Türkiye’dir. Afganistn’da, Irak’ta, İran’da, Arabistan’da yaptığını emperyalizm bugün de Türkiye de yapmak istemektedir…Çünkü, aklını kullanan demokratik bir toplumdansa, dinin bağnazca yorumlandığı bir ümmeti ve o ümmetin kayıtsız şartsız bağlandığı bir diktatörü kontrol etmek çok daha kolaydır….Özetle bir zamanlar, İran’da, Afganistan’da oynanan oyun bugün Türkiye’de oynanmaktadır.
sinan meydan
ilk kurşun










TÜYLER ÜRPERTEN SAVUNMA


15 Şubat 2010 tarihinde dersane öğretmeni 24 yaşındaki Aygün Kıranşan'ı otobüs durağında kaçırıp, önce işkence eden ardından öldüren, temizlik içisi Recep İnkaya ilk duruşmasında olayı tüm ayrıntılarıyla anlattı.
Malatya Belediyesi'ne ait bir şirkette temizlik işçisi olarak çalışan Recep İnkaya, Mahkemede korkunç cinayeti nasıl işlediğini anlatırken Aygün öğretmenin yakınları sinir krizleri geçirdiler.42 Yaşındaki Recep İnkaya olay günü akşam saatlerinde, otobüs durağında Aygün öğretmeni gördüğünü ifade ederek şunları söyledi;
``Telefonla biriyle görüşüyordu, alkollüydüm.yanına gittim "Ne bekliyorsun " dedim. "Sevgilimi bekliyorum" dedi.Ozaman sevgilinin yerine ben geleyim dedim, kaçmaya çalıştı orada düştü.Ağaçların içerisine girdi yakaladım.Ağabeyim polis dedi.
Evlerinin arka tarafındaki bahçeye götürdüm, kendisiyle 1-2 saat konuştuk.Şikayet etmem deseydi bırakacaktım.Şikayet edeceğim dediği için bırakmadım, ondan sonra öldürdüm.Önce başına taş vurdum, sonra boğdum ve öldürdüm.
Öldürmeden önce tecavüz etmeye kalktığını başarılı olmayınca eliyle vahşete başvuran katilin olayı ayrıntı ayrıntı anlatması ailesine sinir krizi geçirti... (Ayrıntıları çok vahşi olduğu için yayınlayamıyoruz)
"Sapık katil Recep İnkaya, Aygn öğretmeni vahşice öldürmeden önce kredi kartını aldığını şifrelerini öğrendiğini daha sonra 600 lira ve 300 lira olmak üzere 900 lira para çektiğinide ifade ederek "Daha sonraki günde 20 lira almıştım.Cebinden de 80 lira parası vardı onu aldım.2 adet de cep telefonunu aldım" dedi. Sapık katil herhangi bir akıl hastalığının olmadığını ancak Turgut Özal Tıp Merkezi'nde cinsel rahatsızlığı nedeniyle tedavi gördüğünü anlattı.
Malatya 2.Ağır Ceza Mahkemesi'nde hakim karşısına ilk kez çıkan Recep İnkaya, Aygün Kıranşan'ı öldürdükten sonra çalılığa bıraktığını 3 gün gidip gelip kontrol ettiğini 3.günü sonunda el arabasıyla çuvala koduğu cesedi, başka bir yerde gömdüğünü itiraf etti.
DAHA ÖNCEDE TACİZDEN TUTUKLANMIŞ-
Sapık Katil Recep İnka'nın 1998 yılında bir iş arkadaşının eşinede tacizde bulunduğu ve bu suçtan tutuklanarak 10 gün cezaevinde yattıktan sonra tahliye edildiği öğrenildi.
Recep İnkaya, Aygün öğretmeni nasıl tecavüz girişiminde bulunduğu ve daha sonra öldürdüğünü ayrıntılarıyla anlaymaya başlayınca Aygün Öğretmenin yakınları sinir krizi geçirerek sanığa saldırmak istedi.Araya giren polis ve adliye görevlileri acılı aileyi güçlükle yatıştırdı.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Aslında Erkek Diye Bir Şey Yok



Almula Merter, son kitabı 'Aslında Erkek Diye Bir Şey Yok'ta, 16 ünlü kadının hayatlarındaki en özel sırlarına yer veriyor. Kitapta Zeynep Tunuslu seks yapmadan yaşayabileceğini söylerken, Reyhan Karaca bekaretini kaybettikten sonra ağladığını anlatıyor.
Oyuncu-yazar Almula Merter'in, 16 ünlü kadınla yaptığı röportajlara yer verdiği yeni kitabı 'Aslında Erkek Diye Bir Şey Yok' piyasaya çıktı. Duygu Asena'ya ithaf edilen kitapta; aralarında İpek Tuzcuoğlu, Lale Mansur, Elif Dağdeviren, Zeynep Tunuslu, Arzu Balkan, Reyhan Karaca ve Seda Kaya Güler gibi isimlerin de bulunduğu 16 ünlü kadın, Merter'in şiddet, bekaret, aldatma, aldatılma, kürtaj, erkekler, imam nikahı, feminizm ve kadın-erkek ilişkileri üzerine sorularını yanıtlıyor.'Aslında Erkek Diye Bir Şey Yok'... ne anlama geliyor? Bir kadınlar var, bir de büyümeyen erkek çocukları... Biz kadınlar, ilk regli yaşadığımız andan itibaren 'kadın' olmak, hep olgun davranmak zorundayız. Erkekler ise o şımarıklıklarıyla hayatlarına devam ediyorlar. Büyümek işlerine gelmiyor.


Almula Merter, son kitabı 'Aslında Erkek Diye Bir Şey Yok'ta, 16 ünlü kadının hayatlarındaki en özel sırlarına yer veriyor. Kitapta Zeynep Tunuslu seks yapmadan yaşayabileceğini söylerken, Reyhan Karaca bekaretini kaybettikten sonra ağladığını anlatıyor.
Oyuncu-yazar Almula Merter'in, 16 ünlü kadınla yaptığı röportajlara yer verdiği yeni kitabı 'Aslında Erkek Diye Bir Şey Yok' piyasaya çıktı. Duygu Asena'ya ithaf edilen kitapta; aralarında İpek Tuzcuoğlu, Lale Mansur, Elif Dağdeviren, Zeynep Tunuslu, Arzu Balkan, Reyhan Karaca ve Seda Kaya Güler gibi isimlerin de bulunduğu 16 ünlü kadın, Merter'in şiddet, bekaret, aldatma, aldatılma, kürtaj, erkekler, imam nikahı, feminizm ve kadın-erkek ilişkileri üzerine sorularını yanıtlıyor.'Aslında Erkek Diye Bir Şey Yok'... ne anlama geliyor? Bir kadınlar var, bir de büyümeyen erkek çocukları... Biz kadınlar, ilk regli yaşadığımız andan itibaren 'kadın' olmak, hep olgun davranmak zorundayız. Erkekler ise o şımarıklıklarıyla hayatlarına devam ediyorlar. Büyümek işlerine gelmiyor.

Galeriye saldırının şifresi internette

Sanatçılar, Tophane'de yaşananlarla ilgili açıklama yaptı: "Galeriler önce de tehdit edildi, internet veya mahalledeki bazı mekanlar üzerinden örgütlediklerini biliyoruz. Sosyal paylaşım sitelerinde açıkça bir şiddet eyleminin zamanının geldiğini yazdılar."
İSTANBUL - İstanbul Tophane'de dün akşam sanat galerisi açılışının basılması ve sonrasında yaşananlarla ilgili bugün sanatçılar açıklama yaptı.
Grup adına yazılı bildiriyi sanatçı Nazım Dikbaş okudu. Açıklamadan öne çıkan cümleler şöyle:
"Dün akşam Tophane sanat galerilerinin açılışı sırasında düzenlenen örgütlü saldırıda, sergi açılışan katılanlar tartaklandı. Sanatseverler üzerinde tam bir terör ortamı yaratıldı. Saldırıda sprey ve demir sopalar kullanıldı, yumruklar atıldı. Polonyalı ve Alman sanatseverler de yaralanıp hastaneye kaldırıldı.
Bir süredir Tophane'de bir grubun sanat galerilerine yönelik şiddet eylemlerine şahit oluyoruz. Çeşitli defalar galeriler tehdit edildi. Bu eylemleri internet üzerinden veya mahalledeki bazı mekanlar üzerinden örgütlediklerini biliyoruz. Bu örgütlü saldırılar Tophane sakinlerinin tümüne mal edilemez, İstanbul'un merkezinde, bir kültür başkentinde yapılan böyle bir saldırıya karşı ciddi bir soruşturma yapılmalı. Valilik, emniyet ve siyasi partiler saldırıya gerekli önemi vererek yaklaşırsa bu tür saldırıların önüne geçilecebileceğini düşünüyoruz. Saldırının daha vahim sonuç yaratmaması bir şanstı."
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Nazım Dikbaş, "Dünyanın her yerinde sanat galerilerinin açılışında kokteyl düzenlenir, içki içilir. Saldırı bir tartışma sonucu, orada oluşan bir anlaşmazlık sonucu gerçekleşmedi, doğrudan bir şekilde gerçekleşti. Planlı ve organize bir şekilde saldırmak üzere gelmiş bir kalabalıktı. Daha önceki sergi açılışlarında huzursuzluklar ve tehditler oldu. Dün akşamki saldırıdan önce sosyal paylaşım siteleri ve forumlarda açıkça bir şiddet eylemi gerçekleştirmenin zamanının geldiğini ifade ettiler" diye konuştu.