5 Ekim 2010 Salı

Demokratikleşmenin tek yolu

Din ve ordunun oluşturduğu iki koltuk değnekli sistem yürümez.
İngiltere'nin dünyanın ilk demokrasisi olmasının, sanayi devrimini ilk başaran ülke olmasının nedenleri, sosyal bilim araştırmalarının başlıca konularındandır. Hele demokrasiye, özgür düşünceye, insan haklarına ilişkin entelektüel birikim ve üretimin Hollanda, Fransa, Almanya gibi ülkelerde İngiltere'dekilere nazaran çok daha büyük olmasına rağmen; dahası Fransa ve Almanya'da bilimsel ve teknolojik çalışmalarla buluşların İngiltere'ye fark atmasına rağmen, Britanya Adası üzerindeki bu küçük ülkenin demokrasi ve sanayileşmedeki öncülüğü yakalaması gibi bir "mucize", çokça mürekkep akıtılmasına neden olmuştur. İngiliz demokrasisi ve sanayi devriminin oluşumu gibi devasa ve bir o kadar da dünyanın kaderini değiştirmiş olan süreçleri bir, iki nedene bağlayarak sade ruhları tatmin edecek cevaplar oluşturmak mümkün. Ama bir ada ülkesinin öne geçmesinin arka planında gerçekte bütün dünya tarihinin taşıdığı suların belli bir yatağa dökülmesi yer alır. Kısaca ve yalnızca birkaçını işaret etmek üzere, kapitalizmin oluşumu, coğrafi keşifler, ulusal pazarın ortaya çıkması, sömürgecilik, İngiltere'nin adasallığı ve Avrupa savaşlarının dışında kalması gibi yüzlerce başat faktör, bu ülkenin havuzuna su taşıyacaktır ve sonuçta İngiltere'yi demokrasinin ve sanayinin beşiği haline getirecek iki çok önemli olgu, ilk önce bu ülkede meydana gelecektir: Askerliğin (ordunun) ve dinin (Kilisenin) öneminin azalması. İngiltere'nin, Katolik Kilisesi'nin ekümenizminden koparak kendi ulusal kilisesini kurmasıyla başlayan süreç içinde, Lucien Febvre'in harika saptamasıyla "dünya düzenine ilişkin yeni bir temel keşfetmenin şart olması" bağlamında, bilimsel değerler önce dinsel değerlerle eşitlenmiş, sonra da onları geride bırakmıştır. Böylece Max Weber'in "dünyanın büyüsünü kaybetmesi" olarak adlandırdığı bu geniş çaplı hareket içinde, dinsel alan yok olmamış, ama kamusallıktan giderek uzaklaşıp, özel bireysel yaşamların gündeliğinin bir parçası haline gelmiştir. Gene İngiltere'de, soylu toprak sahiplerinin (aynı zamanda orduyu oluştururlar) feodalitenin tasfiyesi süreci içinde önce toprak rantiyesi, sonra da ticari ve sınai müteşebbis haline gelmesi esnasında, askerlik giderek yönetim yetkisinden kopmuştur. Ordu, yönetimin bizatihi kendisi olmaktan çıkarak sivil yönetimin alt organlarından biri haline gelmiştir. Bu süreçler diğer Avrupa ülkelerinde de yaşanacaktır. Fransa'nın, ordunun ve Kilise'nin denetimsizliğini kırması ancak 1789'da mümkün olacak, ama bu iki güç kendini zaman zaman göstermeye devam edecektir. Ordunun siyasal belirleyicilik konumunu tamamen kaybetmesi ve bir hizmet organı halinde konsolide olması için 1958 Cezayir olaylarının yaşanması gerekmiştir. Türkiye, bu sürece daha yeni girdi. İktisadi bağlamı içinde sınıfların oluşmadığı bu ülkede, ordu her zaman başat kurucu irade olarak varlığını sürdürdü. Keza, ulusal bir pazar halinde oluşan bir ülke (devlet) bağlamında, etnik, dinsel ve dilsel bağlantıların önceliğinden azade bir ulus da oluşamadığı için, Osmanlı'nın 16. yüzyıldan beri uyguladığı Sünniliğin üst kimlik olarak dayatılması politikası, din kurumunu (Sünni İslam) en büyük ikinci siyasal aktör haline getirdi. Öte yandan, gerçek veya üretilmiş bir uluslararası tehdit algılaması içinde, ordu, kuruculuğunun yanında kazandığı bir de kollayıcılık işleviyle siyasal alanın çerçevesini belirleyen baş aktör olmayı sürdürdü. Resmi din kurumu da, kitleleri sakin ve uysal tutma işlevini başarıyla yerine getirmesinin karşılığında diğer baş oyuncu oldu. Ama bugün dış tehdit algılaması giderek sıfıra yaklaşıyor. İç tehdit (iç düşman) denen hareketlerin de demokratik talepler olduğu artık yavaş da olsa görülüyor. Bu durumda ordunun koruma ve kollama işlevi epey "işlevsiz" kalıyor. Bu sayede yönetimin bir "alt başlığı" haline getirilmesi kolaylaşıyor. Ama din kesiminde bunların hiçbiri yaşanmıyor. Aksine, bu kesim kendini giderek tek aktör olarak görmeye ve buradan da siyasetin tek belirleyicisi olma noktasına doğru tırmanma egzersizleri yapmaya yöneliyor. İki koltuk değnekli antik sistem dönüşürken, değneklerden birinin devre dışı kalması, buna karşılık diğerinin yerinde durması, toplumu tamamen felç etme tehlikesini taşımaktadır. Çünkü hareket için iki değnek veya iki bacak gerekir. O halde, başta İngiltere'nin sonra da diğer Avrupa ülkelerinin deneyimlerinden yararlanarak, koltuk değneklerinin ikisini de atmak ve kendi bacaklarımızın üzerinde durma alıştırmalarına başlamamız gerekiyor. Bacaklardan biri sivil toplum, diğeri de siyasal toplum. İkisi de birey-yurttaşlar tarafından ve onlardan müteşekkil bir şekilde oluşturulmayı bekliyor. Demokratikleşmenin başka yolu yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder