30 Aralık 2010 Perşembe

Sadaka, iktisat öncesi toplumun işareti

Sadaka, iktisat öncesi toplumun işareti
Doğal yaşamda, neredeyse bütün canlı türleri varlıklarını topluluk halinde sürdürürler. Bir beslenme zincirinin ardışık halkalarını meydana getiren bu canlılar açısından bireysel (birimsel) hayatlar değil, topluluğun tümden sürekliliği esastır. O halde doğal yaşamda her tür açısından hayati ilişki, türdeşlerin ve aynı topluluktan olanların katıksız dayanışmasıdır. Dayanışmanın canlı topluluklar için asli kurucu unsur olmasını bozan, insandır. Doğal yaşamda, neredeyse bütün canlı türleri varlıklarını topluluk halinde sürdürürler. Bir beslenme zincirinin ardışık halkalarını meydana getiren bu canlılar açısından bireysel (birimsel) hayatlar değil, topluluğun tümden sürekliliği esastır. O halde doğal yaşamda her tür açısından hayati ilişki, türdeşlerin ve aynı topluluktan olanların katıksız dayanışmasıdır.

Dayanışmanın canlı topluluklar için asli kurucu unsur olmasını bozan, insandır. Bundan 11-10 bin yıl öncesine giden Neolitik Devrim'le bitkileri ve hayvanları evcilleştiren insan ezeli göçebeliğinin yerine yerleşikliği getirirken, aynı zamanda üretimi yani doğanın verdiğinden daha fazlasını ondan çekip almanın yöntemlerini, yani bir gün gelip iktisadın oluşacağı yolları da kurmuştur.

Doğanın kendi programının dışında yer alan üretim faaliyeti, hem insanı yegâne çalışan canlı haline getirmiş hem de topluluktaki herkesin çalışmasına gerek kalmayacak miktarda yiyecek elde edilmesine olanak vermiştir. İşte bazılarının üretim yapmadan varlıklarını sürdürmelerine olanak veren bu artık-ürün, toplulukların doğal bir refleksi olan dayanışmayı siyasal ve ideolojik boyuta taşıyarak aslından uzaklaştıracaktır.

Örneğin Eski Mezopotamya toplumlarında, üreticiler, tanrılara (veya onların hizmetkârları olan rahiplere) ürünlerinden pay vererek, hem onların korumasını kazanmakta hem de toplumsal dayanışmanın bir ticarete dönüşmesine yol açmaktadırlar.

Tanrılara verilen bu pay, daha sonra hemen hemen bütün dinler tarafından düzenlenecek ve "sadaka" genel adı altında kavramlaştırılacaktır. Budizm'den başlamak üzere, bu dinde sadaka, çoğu Batılı gözlemcinin sandığı gibi bir hayırseverlik eylemi değildir. Bizzat din tarafından emredilen bir inanç eylemidir. Budist rahiplere verilmesi zorunlu olan sadaka, müminin kendini din karşısında önemsiz hissetmesine yol açmaktadır. Böylece Budizm'de sadaka, Budist kişinin hayırseverliğinin değil, inancının göstergesidir.

Hıristiyanlık'ta da, sadakanın varlığı benzer ideolojik örüntülerin sonucudur. İsa'nın fakir öldüğünü ve tekrar dünyaya geleceğini vaaz eden Hıristiyan öğretisi, Mesih'in bu ikinci gelişinde gene fakir olacağını ve herhangi bir Hıristiyan'a konuk olabileceğini de söylemektedir. Öyleyse hiçbir Hıristiyan, kapısına gelen bir fakiri kovmamalıdır, çünkü bu İsa Mesih olabilir.

Hinduizm veya Musevilik'teki mantık da aynıdır. Hinduizm'de sadaka, genelde tapınaklara (yani rahiplere) yönelik zorunlu bir bağıştır. Musevilik'te ise bizzat Tevrat'ın bir emridir. Fakirlere verilmesi zorunlu olan sadakanın miktarı dahi din tarafından belirlenmiştir ve "gönülden kopan" bir hayırseverlik değil, ardında cehennem korkusu olan ideolojik bir dayanışma koridorudur.

Sadaka, bütün dinlerde çok belirgin ortak bir özelliğe sahiptir. Günahlardan arınmanın bedelidir. Kişinin serbest iradesinin, hayırseverliğinin, insan severliğinin, laik ve cumhuriyetçi yurttaş dayanışmasının sonucu olmayıp, dinin esaslı emirlerinden birinin yerine getirilmesine ilişkin bir iman tezahürüdür. Daha açıkçası, sadaka veren bir mümin hem imanının bir gereğini yerine getirmekte hem de kendi kurtuluşunu güvenceye almaktadır. Başka bir ifadeyle, sadaka veren kişinin hayırseverliği kendine yöneliktir, sadaka verdiği kişiye değil.

İslamiyet'te ise tıpkı diğer dinlerde olduğu gibi sadaka, Allah'ın rızasını kazanmak için verilmektedir. İslam'ın beş şartından biri olan zekât, Kuran'da ve hadislerde çoğu yerde sadaka adı altında geçmekte ve zenginliği yeterli düzeyde olanların ödemekle yükümlü oldukları bir cins oransal servet vergisi biçiminde düzenlenmektedir.
Sonuç olarak, para nasıl mal ve hizmetleri satın alabiliyorsa veya mal ve hizmetlerin değerlerini ölçen araç olabiliyorsa, sadaka da müminliği, dinin emirlerine uyma derecesini ölçen bir araç olmuştur, asla bir hayırseverlik koridoru değil.

19. yüzyıla gelininceye kadar dünya nimetlerini Tanrı'nın verdiğine inanılmıştır, bunun İslamiyet'teki karşılığı rızk kavramıdır. En belirgin ifadesini fizyokratik düşüncede bulan bu görüşe göre doğa (Tanrı) cömerttir, ama bazılarına fazla, bazılarına az verir. Tanrı, sadakayı bu nedenden ötürü ve kullarını denemek için zorunlu kılmıştır. Zaten Kalvinizm de tam buraya oturmaktadır. Tanrının bazı kullarını seçtiğine inanan Kalvinistler, başarının bunun simgesi olacağını düşündükleri için var güçleriyle çalışmaktadırlar, ama bunu doğayı cimri olarak algıladıklarından değil, Tanrı'nın kendi kaderlerini nasıl belirlediğini görebilmek için yapmaktadırlar.

Fakat klasik iktisat teorisi bu paradigmayı alt üst etmiş ve doğanın aslında cimri olduğunu, ondan bir şey alabilmek için emek (ve sermaye) sarfetmek gerektiğini ortaya koymuştur. Düşünce âlemindeki bu büyük dönüşüm, uyruğu yok ederek vatandaşı öne çıkaran ve cumhuriyeti bir yurttaşlar şirketi olarak inşa eden siyasal teori ve pratikle birleştiğinde, sadaka gereksiz ve arkaik bir uygulama haline gelmeye başlamıştır. Bunun karşısında devletin tüm yurttaşlara eşit uzaklıkta olma zorunluluğu paralelinde güçsüzlerin kamusal himayesi uygulaması yol almaya başlamıştır. Bu sürecin beraberinde, hayırseverlik dinin zorunlu sadaka kavrayışının dışında profan (dinle ilgisi olmayan) bir koridorda, tamamen insani nedenlerle ve Tanrı'nın rızasını kazanma gibi bir amacı olmadan, laikleşerek kurumsallaşmıştır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Sadaka, kültürümüzde meşrudur" derken, aslında hâlâ doğanın cömert olduğu varsayımına dayalı fatalist rızk kavramsallaştırmasının içinde yer aldığını ve sadaka kültürü aşılmadıkça gerçek yurttaşa ve gerçek hayırseverliğe ulaşılamayacağını ifade etmiş oluyor. O halde İngiliz klasik iktisatçılarını ve en başta da David Ricardo'yu okumak gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder