18 Aralık 2010 Cumartesi

gorbaçov odtü 'de

"Düzen Partisi'nin kan cümbüşlerinde, kurbanlarına karşı bir iftira teranesi kopartmaktan hiçbir zaman geri kalmaması günümüz burjuvasının kendini eski baronların meşru varisi gördüğünü ispatlamaktadır. O baronlar ki, plebe karşı ellerindeki her türlü silahı meşru görürler, plebin elindeki herhangi bir silahı ise suç unsuru sayarlardı"
K. Marks
a) Gorbaçov karşıdevrimci bir bürokrattır
1917 Ekim Devrimi, Rus işçi sınıfının, kendisinin ve insanlığın kurtuluşu yolunda attığı ve bugüne dek bir benzeri gerçekleşmemiş olan devasa bir adımdı. Burjuvazi Rusya'da politik ve ekonomik olarak mülksüzleştirildi; o güne dek aşağılanan, hor görülen, her türlü insani haktan, insanca yaşam olanağından yoksun bırakılan "baldırıçıplaklar" ise, kendilerini soyanları alaşağı edip kendi kaderlerini kendi ellerine alarak, yeni bir çağın, insanın insan tarafından sömürülmediği, sınıfsız ve sınırsız bir dünyanın ilk habercileri oldular. Ekim Devrimi, o güne dek ezilen yığınların, kendi kendilerinin efendisi olabileceğini kanıtladı; ve onlar için, "en demokratik burjuva cumhuriyetinden milyon kez daha demokratik bir cumhuriyet"in kapılarını açtı.
Ne yazık ki, Ekim Devrimi'nin çaktığı kıvılcım, Avrupa'da devrimin yenilgiye uğramasıyla yalnız kaldı ve zaten çok geri ve işçi sınıfı çok cılız olan Rusya, bir süre sonra, en kararlı komünistlerin iç savaşta yaşamını yitirmesinden, yine birinci dünya savaşı ve iç savaş yüzünden sanayinin ve üretimin iyice daralmasından ve en nihayet Lenin'in ölümünden güç alan bürokratların adım adım denetimi altına girdi. Ekim Devrimi, bürokratik bir karşıdevrimle yenilgiye uğratıldı. Bürokratik karşıdevrim, iktidarı işçilerin elinden aldı; onların iktidar kurumları olan sovyetleri içi boş bir kabuk haline getirdi; bürokrasinin çıkarlarını işçi sınıfının çıkarlarının yerine ikame etti; işçi demokrasisini tamamen ortadan kaldırarak, bürokrasinin tartışılmaz, kadir-i mutlak egemenliğini yerleştirdi. 1927'de, bürokratikleşmeye karşı amansız bir mücadele veren Troçki'nin sürgüne gönderilmesinden İkinci Dünya Savaşı'na kadar geçen dönemde, bürokrasinin egemenliğine direnen onbinlerce Bolşevik katledildi. Yine bu dönemde, Sovyet bürokrasisinin çıkarlarını tehlikeye atmamak adına birçok devrimci gelişmeye ihanet edildi; İspanya'daki iç savaşta dövüşen komünistler kendi kaderlerine terk edildiler ve korkunç kayıplar vererek yenildiler. Nihayet, bürokrasi 1943'te, Hitler'e karşı ABD ve Britanya emperyalistleriyle ittifak masasına oturabilmek için, dünya devriminin temel mevzisi, vazgeçilmez koşulu olan Enternasyonal'i feda etti. Ve 1980'li yıllara gelindiğinde, bürokratik mekanizmalar sarsılmaz bir biçimde yerleşmiş, komünizmle bürokrasinin o iğrenç yüzü kitleler nezdinde özdeşleşmiş, Ekim Devrimi'nden geriye ise, sadece burjuvazinin ekonomik olarak mülksüzleştirilmesi ve onun sonuçları olan kazanımlar (işsizliğin bulunmayışı, ücretsiz sağlık, eğitim gibi hizmetler, vb.) kalmıştı. Bu kazanımları ancak bir kapitalist restorasyon ortadan kaldırabilirdi...

Elbette bürokrasi, kendi ayrıcalıklarını korumak için, sendika ağaları nasıl işçileri kandırmak üzere hamasi nutuklar atıyorlarsa, tam da aynı tarzda uzun yıllar sosyalizm nutukları atmaya devam etti. 1989'a kadar! Yani, uzun yıllardır kapitalist dünya ile girilen ticari ilişkilerin, kapitalizmin dünya ölçeğindeki krizini Sovyetler Birliği'ne taşımasına kadar. İşte o andan itibaren, eski "kararlı komünist" pozlarını bir yana bırakan asalak bürokratlar, patron olmak için birbirleriyle yarışmaya başladılar. Bu, aynı zamanda, kapitalist restorasyon, ve bunun bir sonucu olarak işçi sınıfının geri kalan tüm kazanımlarının da ortadan kaldırılması süreci anlamına geliyordu. Bu sürecin sorumluları, Stalin'den başlayarak, işçilerin çıkarlarının yerine kendi ayrıcalıklarının pekiştirilmesi ve geliştirilmesini geçiren tüm bir Sovyet bürokrasisidir. İşte Gorbaçov, bu asalak bürokrasinin en aşağılık temsilcilerinden biridir!

b) "Piyasa Sosyalizmi"nin muhabbet tellalı: Gorbaçov
Gorbaçov, kendisine para verildiğinde sağa-sola gidip, "piyasanın erdemleri"ni anlatan, üstelik bunu yaparken de piyasa ile sosyalizmi birbirine uyumlu gibi göstermeye çalışan zavallı bir sirk maymununa dönmüştür. Dünya emperyalist egemenliği için, "sosyalizmin öldüğü" yolundaki ideolojik bombardıman açısından bulunmaz bir fırsattır; sık sık kullanılmakta, ve son durumda görüldüğü üzere "turne"lere bile çıkartılmaktadır. TC'nin finans alanında önemli bir kuruluşu da parayı bastırınca dayanamamış, gelip Türkiye'yi de bu konuda "aydınlatmıştır".

Elbette Gorbaçov, ODTÜ'yü, buraya konferans vermeye gelinceye kadar hiç tanımazdı; bu nedenle, konferans teklifini oldukça rahat kabul etti. Açıkçası, ne yönetimin, ne de "güvenlik"ten sorumlu diğer bazı kuruluşların Gorbaçov'u ODTÜ'ye getirmeyi göze alacaklarını hiç ummuyordum; bu yöndeki söylentileri de pek ciddiye almıyordum. Oysa, duvarlara ilanlar yapıştırılmıştı bile; "ekselansları" ODTÜ'ye geliyordu. Emekçilerin sırtına yapışmış sülükler topluluğu bürokrasinin bir temsilcisi olan bu şarlatana birilerinin haddini bildirmesi gerekiyordu ve konferansın olacağı gün, ODTÜ'lülerin oluşturduğu kalabalık kitle kızıl bayraklarla, pankartlarla, dövizlerle binanın önüne yığıldı. Ama elbette içeri alınmadı. Üniversite yönetimi, salona ODTÜ'lüleri almak yerine, hocaları ve ODTÜ'nün açtığı özel lise öğrencilerini almayı tercih etti. Geri kalan yerler ise boş kalabilirdi. Öte yandan, ODTÜ'lülerin konferans salonuna girişini engellemek üzere, kampüsümüzün daimi "konuk"ları olan komandoların yanı sıra, özel muhafızlar, çevik kuvvet polis ekipleri, ve özel tim hazır bulunuyordu. Açıkçası, konferans salonunun bileşimi değil ama, dışarının bileşimi, yani her türden "güvenlik" kuvveti ve onların karşısındaki öğrenciler gerçek ODTÜ'yü yansıtıyordu. Burjuvazinin muhabbet tellalı Gorbaçov konuşmasına gerçek ODTÜ'den gelen slogan sesleri arasında başladı.

c) Olaylar ve tepkiler.
Bundan sonrası bilinen hikaye. Gorbaçov, atılan sloganlardan dolayı konuşmasını sürdüremiyor, müşteri bulamadığını görünce kısa kesip tezgahı topluyor, salondan çıkıyor ve ODTÜ'lülerin attığı yumurtalardan nasibini alarak yeni maceralara doğru koşuyor. Akşam televizyonda olanları izlerken de Marx'ın, Engels'in, Lenin ve Troçki'nin fotoğraflarını taşıyan yüzlerce genç insan görüyor; şaşırıyor; daha sonra görüşme yaptığı Cindoruk'a ise "biz Sovyetleri yıktık, ama siz yıkamamışsınız" diyor. Aslında yanılıyor; çünkü kendilerinin de bunu başaramadığını Rus işçi sınıfının giderek artan eylemliliği gösteriyor.

Şaşıran Gorbaçov değil sadece; onun yerli meslektaşları, dönek medya borazanları da çok şaşırıyorlar; asabileşiyorlar... Ertuğrul Özkök, ODTÜ'yü "20. Yüzyıl'ın ilk ve son Disneyland'ı" olarak tanımlayıp küfürnamelerine yenilerini ekliyor. Diğerleri de boş durmuyor; hepsi günlük yorumlarında bu konuya hassasiyetle eğiliyor. Daha sonra Fatih Çekirge, hepsinin yüreğine su serpiyor; ODTÜ İİBF'den bir grup öğrenci bilmem hangi üniversite ile söz düellosuna girmiş ve piyasanın "erdem"lerini savunmuş ve düelloyu kazanmış; aslında ODTÜ'lülerin çoğu piyasayı savunurmuş...

ODTÜ'lüler, Gorbaçov'un okula gelişiyle başlayan olaylarda kesin yanıtı vermiştir! Yüzlerce ODTÜ'lü, devletin zorba kurumlarını taşa tutmuştur! Aynı gece yurtlar bölgesi öğrenciler tarafından işgal edilmiş, barikatlar kurulmuş, bütün denetim öğrencilerin eline geçmiştir. Bu sırada, daha sonra bize disiplin soruşturması gönderen okul yönetiminden hiç iz yoktur. Ve tüm bu olaylar, sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada karşıdevrimcilerin, döneklerin kulağına küpe olmuştur. Yeni bir yükselişin ilk ayak sesleridir bunlar; tarihin akışına gem vurulamaz!
Bu nedenle, söylenecek daha fazla bir söz de yoktur!
Gorbaçov olaylarının, Vietnam kasabı Commer'in arabasının yakılması kadar önemli, ODTÜ tarihinin onurla taşıyacağı bir olay olduğunu düşünüyorum. Bütünüyle siyasidir. Ve bu olayların bütün siyasi sorumluluğunu kabul ediyorum; bundan onur duyuyorum.

d) Yeni disiplin soruşturmaları ve bunların mantığı
Üniversiteden atıldım. Hem de iki kez atıldım. Ama ODTÜ yönetimi bana hala disiplin soruşturmaları açıyor; durmadan yeni cezalar gönderiyor. En son gelen disiplin soruşturmasında da, uzaklaştırma cezası almama rağmen, ODTÜ kampüsünden çıkarken jandarmalar tarafından yakalanmam gerekçe gösteriliyor. Kampüse girmemin yasaklanmış olmasına dayanıyor. Birincisi, kampüse girmemin yasak olduğuna dair hiçbir bilgi tarafıma iletilmemişti; ikincisi, sürekli yeni disiplin soruşturmaları açılıyor, bunlar bölümümüzün panolarında ilan ediliyor ve "soruşturmacı" hocalar görüşmek üzere beni çağırıyorlardı; üçüncüsü, yurtlardaki bazı arkadaşlarımda bana ait kitaplar vardı ve almam gerekiyordu... Şimdi, beni çağıran bir "soruşturmacı" hocayla kampüse girmeden nasıl buluşabilirim? Kızılay'da bir pastahanede mi? Adı geçen tarihte, yine soruşturmalarla ilgili olarak okula girmiş ve "soruşturmacı" Nurhan Süral'ı aramış, bulamamıştım ve okuldan ayrılıyordum. Bugün de savunma vermek üzere okuldayım. Başka türlü olabilir miydi? Bu soruşturmaların altında yatan esas mesele, yargıya başvurmam halinde yargı sürecini güçleştirme isteğidir.

Fakat anlaşılamaz bir nokta daha var; şu anda okulla ilişiğim kesilmiş vaziyette; fakat, disiplin soruşturmaları açılmaya devam ediyor. Şu an bir ODTÜ öğrencisi değilim; bizim mahalle bakkalından farkım yok; mahalle bakkalımız ODTÜ'ye girdiğinde ona da disiplin soruşturması açılacak mı?

Son söz olarak, ODTÜ'den mezun olmadan atılmama rağmen, gerekli eğitimi aldığımı düşünüyorum. Bir Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi öğrencisi olarak, nasıl yönetilmeyeceğini; örneğin, bir üniversitenin mevcut ODTÜ yönetiminin yaptığı gibi yönetilmeyeceğini; bir memleketin de başta ABD vatandaşı Tansu Çiller olmak üzere burjuva politikacılarının yönettiği gibi yönetilmeyeceğini çok iyi öğrendim. ODTÜ'de devrimciliği öğrendim. Bunu son derece yeterli görüyorum...

28 Temmuz 1995

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder