18 Aralık 2010 Cumartesi

Ekim Devrimi Kadınları Kurtarabilir miydi?

Yaşanan sosyalizm deneylerine bakıldığında, tek başına sosyalizmin kadınların kurtuluşu için yeterli olamayacağı düşüncesinin kuramsal tartışmalarda gelinen noktanın ötesinde somut örneklerin değerlendirilmesiyle ortaya çıktığı aşikâr.

Karakteristik özellikleriyle tüm dünyadaki sosyalizm paradigmalarını belirleyen kimi sosyalizm pratiklerini incelediğimizde "neden feminizm" sorusuna tarihten gelen cevaplar da bulmak mümkün.

Ekim Devriminin ardından iktidarı ele geçiren Bolşevikler, kadınlara yönelik düzenlemelerle düşüncelerini hayata geçirmeye başladılar.

Devrimden dört gün sonra sekiz saatlik iş gününü getiren bir kararname yürürlüğe kondu ve kadınların uzun çalışması yasaklandı. Kadınların ve çocukların ağır ve sağlıksız koşullarda, yeraltı ve gece işlerinde çalışması da yine aynı kararnameyle yasaklandı.

Devrimden sonraki ilk yılda kadınlarla ilintili olarak çıkarılan kararnameler onlara tam oy hakkı tanır (sadece Norveç ve Danimarka'da vardı), aile reislerinin otoritesine son verir, miras hakkını kaldırır, evliliği gönüllü bir ilişkiye dönüştüren boşanma ve sivil yasaları oturtur, meşru ve gayri meşru çocuklar arasındaki ayrıma son verip, eşit ücret, eşit çalışma hakkı ve ücretli doğum izni verir. Zina ve eşcinsellik ceza yasasından çıkarılır (Rosenberg, 1990: 101).

Evlilikle mutfağın ayrılması

Tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı hedefleyen Bolşevikler de, kadınların kurtuluşunun tek başına yasal düzenlemelerle gerçekleşmeyeceğinin bilincindeydi.

Kadınlara yönelik düzenlemeler anne evleri, kreşler, çocuk bahçeleri, okullar, ortak yemekhaneler, çamaşırhaneler ve bakım merkezleri gibi komünal kurumların açılmasını içeren bir dizi yasa ve tüzükle sürdürüldü.

Yapılan yasal değişiklikler için Kollontay "evlilikle mutfağın ayrılması kadının tarihinde Kilise ve Devletin ayrılmasından daha önemsiz bir reform değildir" diyordu.

Bolşevik Partisi kadın seksiyonu

1918 Kasım'ında Lenin'in de önerisiyle düzenlenen Birinci Kadın İşçiler Kongresi aralarında Krupskaya, Inessa Armand ve Kollontay'ın bulunduğu kadınlar tarafından örgütlenir. Partiye bağlı kadın örgütlenmesinin ilk adımının atıldığı bu kongreden sonra yapılan çalışmaların devamında,1919'da Jenotdel (Zhenotdel) adını alan Bolşevik Partisi'nin kadın seksiyonu oluşturuldu.

Neredeyse tüm reel sosyalizm yılları boyunca, hatta hala, sosyalist örgütlerin kadın örgütlenmesi konusunda model aldığı bu örgüt, Bolşeviklerin kadınların kurtuluşuna ilişkin yaklaşımlarının da bir sonucudur. Lenin'in sözleri ise bu yaklaşımın en etkili düzeydeki yansımasıydı.

Elbette ayrı kadın örgütleri kurulması düşünülemez, ama parti için kadın nüfusunun bilinçlilik düzeyini yükseltme sorumluluğunu üstlenecek uygun bir organ geliştirilebilir. Böylelikle, kadınlara Sovyet devletinin kurulması, yani daha iyi bir geleceğin oluşturulması yolunda haklarını nasıl kullanabilecekleri öğretilebilir. (Kollontay, 1986:73)

Patriyarka da kapitalizm gibi bir egemenlik ilişkisidir

Bolşeviklerin kadın ezilmişliğini tümüyle kapitalist sömürüye ve onun ideolojisine bağlıyor olması, erkek egemenliğinin kapitalizmin ve onun ideolojisinin ortadan kalkmasıyla yok olacağını düşünmeleri, bağımsız bir kadın örgütlenmesi fikrini dışlamalarına ve burjuva feminizmi diye damgalamalarına neden olur.

Oysa patriyarka, aynen kapitalizm gibi toplumsal koşulları belirleyen kurucu bir egemenlik ilişkisidir. Kapitalizm sermayenin işçi sınıfının emeğinin sömürüsü üzerinden üretim ilişkileriyle kurulurken patriyarka da yeniden üretim sürecinin ortay çıkardığı egemenlik sistemidir.

Bu nedenle tek başına kadınların ücretli emek gücüne katılıyor olmaları ev içinden başlayarak tüm toplumsal yaşamı denetim altına alan erkek egemenliğinden kurtulmalarını mümkün kılmayacaktı.

Eşit işe eşit ücret hayal olarak kaldı

1919'da kadınların özgürlüğü için yürüttüğü kampanyalarla işe başlayan Jenotdel 1930'lara gelindiğinde hükümetin/partinin önceliklerini tümüyle benimseyerek "Yüzde 100 Kolektifleştirme" kampanyası düzenlemekteydi.

Bağımsız bir örgüt olarak kurulmamış olması sebebiyle, Parti kararlarına karşı kadınları savunma gücü yoktu. Yine de 1932'de feshedildi. Kadınlara yeraltında çalışma yasağı 1933'te kalktı. Aynı yıllarda vasıfsız işlerde kadın emeği yoğunlaşırken eşit işe eşit ücret de bir hayal olmaktan öteye gidemedi.

Kazanımlar geri alındı, kürtaj ve eşcinsellik yasaklandı

Sonrasında eşcinsellik yasaklandı ve ceza kapsamına alındı. 1936 yılında çıkarılan "Anne ve Çocuğun Savunulması" kararnamesiyle kadınların devrim ertesinde aile hukukunda elde ettikleri bütün kazanımlar geri alınırken kürtaj yasaklandı. "Zina" ve "gayri meşru çocuklar" gibi kavramlar yeniden kullanılmaya başlandı.

Boşanma neredeyse imkansız denecek kadar zorlaştırılırken dönemin politik ruhunu en iyi özetleyen ise Stalin'in şu sözleriydi: "İnsana gereksinmemiz var. Yaşamı yok eden kürtaj bizim ülkemizde kabul edilemez".

Kadınların "makus talihi" ve bağımsız feminist hareket

Sonuçta yirmi yıldan az bir süre içinde Rusya'daki kadınlar neredeyse bütün yasal kazanımlarını kaybettiler. Parti hiyerarşisine, sosyalizmi kurma hedefine, dolayısıyla erkek yoldaşlarına bağladıkları umutları, bir direniş gösteremeden yenilmelerine yol açarken, 20. yüzyıl boyunca tüm sosyalizm deneylerinde ve sosyalist örgütlerde, kadınların makus talihinin de temelini oluşturuyordu.

Geniş kadın kesimleri nezdinde, uygulamadaki ve kadın örgütlenmesindeki eksikliğin Marksist teorinin yeniden ele alınmasıyla bilince çıkışı ancak 1960'larla birlikte "bağımsız" feminist hareketin yükselişe geçmesiyle mümkün oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder