1 Şubat 2011 Salı

Tunuslu komünist yaşananları anlattı

Tunuslu komünist Hammami, Tunus'taki kalkışmanın tamamen kendiliğinden olduğu yönündeki tespitlere karşı çıkıyor. Solun etkisini vurgulayan Hammami, İslamcıların dışarıda kalmasını da buna bağlıyor.

Belçika Emek Partisi’nin haftalık yayını Solidaire’in, Tunus Komünist İşçi Partisi sözcüsü Hamma Hammami ile ülkedeki son gelişmelere dair gerçekleştirdiği söyleşiyi sunuyoruz.

Bin Ali’nin düşüşünden bir hafta sonra, bize böyle bir toplumsal hareketin nasıl doğduğunu ve geliştiğini anlatabilir misiniz?

Hama Hammami: Bu bir benimseme meselesi. Henüz 2008 yılında, işsizliğe, yoksulluğa, çürümeye ve baskıya karşı Gafsa maden havzasında bir ayaklanma gerçekleşmişti. 2008 yılında, diğer şehirlerde durum aynı olmadığından, bu hareket genişleyememiş, yerel bir hareket olarak kalmıştı. Dolayısıyla yayılamamıştı. Partimiz bu olayı inceledi ve 2008 yılında, işçi sınıfının bu harekete kitlesel bir katılım sağlamamış olmasından dolayı, başarısızlığın kaçınılmaz olduğu sonucuna vardı. Bunun yanı sıra insanlar hala hareketin yayılmasını önlemek için ülkeyi hızla coğrafi ve sosyal anlamda parçalara bölen diktatörlüğe karşı büyük bir korku besliyorlardı. 2010 sonunda, durum ekonomik, sosyal, siyasi, kısacası her açıdan daha da kötüleşti. Çürüme her kesim tarafından, her yerde konuşulan bir olay halini aldı. Durum Sidi Bouzid’den önce (17 Aralık tarihinde polisin ürünlerine el koymasının ardından genç meyve satıcısı Mohamed Bouzazi’nin kendini ateşe verdiği şehir) güneyde, Ben Gardane’de ilk ayaklanmanın başlamasıyla şiddetlenmişti. Libya sınırındaki bu şehirde çoktan büyük bir hareket başlamıştı. Yani Aralık ayındaki hareketlilik ilk filizlerini vermişti. Aynı zamanda, iktidar artık toplumsal taleplere bir yanıt üretemiyor, şiddete başvuruyor, ağır baskılar uyguluyordu. Aynı dönemde, Bin Ali’yi 2014 seçimlerine katılmaya zorlamak ve “ömür boyu seçilmiş” bir başkan olmasını sağlamak için kampanyalar yürütülüyordu.

Bu hareketi hazırlayan bir çok etken oldu. Tunus halkının devrimci demokratik hareketi, gerek sendikal hareket içinde, gerek insan hakları hareketi içinde, gerek gençler ve diğer kesimler içinde mesajını iyi bir biçimde iletti.

Kimileri bu yükselişi kendiliğinden bir hareket olarak nitelendiriyor. Bu doğru mu?

Bu yanlış. Hareket Sidi Bouzid’de patlak verdiğinde, biz militanlarımıza “dikkatli olun, hareket hem coğrafi hem de sosyal anlamda genişleyecek çünkü böyle bir büyümeyi sağlayacak tüm öğeler mevcut” dedik. Bu hareketin kendiliğinden olduğu söyleniyor. Dikkat etmek gerek. İnsanlar değerini azaltmak, devrimci güçlerin, ilericilerin geçtiğimiz yıllar boyunca muhalefetteki rolünü görmezden gelmek için bu hareketin kendiliğinden olduğunu söylüyor. Bu aynı zamanda eski iktidar partisiyle bu devrimden bir çıkış yolu bulmak gerektiğini, siyasilerin yönü olmayan bir hareketin yönetimini yeniden ellerine almak için sorumluluğu üzerlerine almaları gerektiğini söylemenin bir yolu. “Kendiliğinden” kelimesi eski anlamına uymuyor. Bu hareket, ulusal ölçekte örgütlenmemiş olması dışında bir kendiliğindenlik taşımıyor. Tek bir yönü, ortak bir programı yok. Ancak bu bilinçsizlik ve örgütsüzlük anlamına gelmiyor. Bugün gerek yerel gerekse ulusal ölçekte bilinç ve örgütlülük mevcut. Bilinç mevcut, çünkü bu hareketin aktörleri hiç bir siyasi, sendikal bilince sahip olmayan insanlar değil, tam tersi. Katılımcılar solun militanları, ilericiler, sendikacılar, insan hakları savunucuları. Öğrenci hareketine dahil olan diplomalı genç işsizler. Partimiz burada, güçlerimiz burada. Aksine İslamcılar gerçekten de katılım sağlamadılar. İşte bu yüzden, İslamcıların siyasi olarak hareketi desteklemelerine rağmen, bu devrimde, hiçbir dini yönerge yok. Örgütlülük bağlamında ise, militanlar komitelerle ulusal ölçekte hızla örgütlendiler.

Bu komiteler gençlik örgütleri ve diğer yapılanmaları olduğu kadar Tunus Genel İşçi Sendikası’ndaki (UGTT) sendikacıları da kapsıyor mu? Partiniz harekete açıkça katılabildi mi?

Evet, partimiz açıkça katıldı, çünkü buna izin veren bir güç oranı var. Partimiz yasaklı, ama aynı zamanda fiili bir yasallığı var. Katılıyoruz, çünkü partimizin ülke çapında tanınan yöneticileri ve militanları var. Yasağa rağmen, kendi bölgelerinde Tunus Komünist İşçi Partisi üyeleri olarak mücadele ediyorlar. Örneğin ben, uzun zamandır, 2002’de cezaevinden çıktığımdan beri sadece parti adına konuşuyorum. Parti kabaca kanun dışı olsa da, ülkede açıkça partiyle bağlantısı olan çok tanınmış isimler var. Biz belirli bir güvence edinmeyi başardık çünkü bazı üyelerimiz tanınmış, dolayısıyla da demokrasi hareketi ve sendika dünyası tarafından korunan isimler.

Burada televizyonlara baktığımızda, Bin Ali’nin kısmen kendi gidişini hazırladığını ve kaçması gerektiği andan itibaren yandaşlarına yağmalama izni verdiğini görüyoruz. Bu doğru mu?

Evet. Bunu hazırladı. 12 Ocak Çarşamba günü tutuklanmamın ardından, 14 ocak günü Bin Ali’nin gidişinden 1 saat sonra salıverilmem bunun bir kanıtıdır. Bilirsiniz, her devrimde, bu devrimden, hesap vermek zorunda olmaktan korkan kesimler vardır. Özellikle de büyük işkenceciler, büyük suçlular. Bin Ali onları silahlandırdı, ülkede bir tür şantaj yapabilmek için düzensizliği yaymak, halkı güvenlik ile anarşi arasında seçim yapmak zorunda bırakmak isteyen onlardır.

Bir çok defa ordunun polis ve militanların arasına girmeye çalıştığını gördük. Sonuç olarak ordu nasıl bir rol oynuyor?

Tunus ordusu, her zaman siyasi hayattan uzak tutulmuştur. Bizde bir polis diktatörlüğü hakimdir, devletin toplumsal hayatta baskın olan asıl aygıtı polistir. Ordu kamu mülkiyetini ve özel mülkiyeti korumak için araya girdi. Halkı korudu, silahlı çeteleri etkisiz hale getirdi. Şu ana kadar ordu hareketi bastırmaya çalışmadı. Tüm siyasi güçler düzen yeniden sağlanır sağlanmaz ordunun kışlalara geri dönmesi konusunda hemfikir.

Buranın Tüm basın organları Tunus halkının ulusal birlik hükümeti konusunda bekleyişte olduğu izlenimini veriyor.

Bu doğru değil, toplum bekleyişte değil. Yeni hükümetin kuruluş duyurusunun öncesinde bile, insanlar bu eski rejimin muhalefetin bazı öğeleriyle genişleyen hükümetine hayır demek için sokaklara döküldü. İşte bu yüzden bugün insanlar hala sokakta.

Bin Ali’nin eski işbirlikçilerini barındırmayan, tamamen yasal örgütlerden oluşan bir hükümet sorunu çözer mi?

Bu gerçekleşemez. Şu an yasal ve yasadışı diye bir ayrım yok. Ayrıca bu Perşembe akşamı (20 ocak) hükümet bütün muhalefet partilerinin yasal olduğunu duyurdu. Partimiz fiili olarak yasallaştı ama hala resmi evrakları bekliyoruz. İnsanlar öncelikle eski rejimle bir ilgisi olmayan, geçici bir hükümet istiyor. Ayrıca Bin Ali’nin eski partisinin dağıtılması isteniyor. Bu geçici hükümetin görevi kurucu meclis için bir seçim düzenlemek olacak.

Ulusal bir örgüt olmadan bu nasıl gerçekleşecek?

Biz içerisinde siyasi partilerin, sendikaların, insan hakları kuruluşlarının, bu devrim sonucu oluşan yeni bölgesel yapılanmaların temsilcilerinin yer alacağı ulusal bir konferansın hızla gerçekleştirilmesi taraftarıyız. Bu ulusal konferans geçiş dönemi için herkes tarafından kabul görecek geçici bir hükümet tanımlamalıdır.

Aynı zamanda mahallelerde ve fabrikalarda halk komiteleri kurulması çağrısında bulunuyorsunuz. Şu an bu hangi aşamada?

Bu komitelerin bir çok biçimi var. Bunlar kimi zaman devrimin korunması için kurulan halk komiteleri, kimi zaman da halk meclisleri. Bu komiteler her yerde oluşturulmalı çünkü bazı bölgelerde, bazı köylerde artık ne otorite ne de güç var. Kamusal işlerin yürütülmesi için bu komiteler kuruldu. Amaç, her yerde kurulan bu komiteleri, daha yüksek bir seviyede birleştirmek.

Batılı güçlerin bu ayaklanmadaki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bin Ali’nin rejimi bir komprador rejimi olduğundan (tamamen yabancı güçlerin hizmetinde olan bir burjuva rejimi) AB’ye, özellikle de Fransa, İtalya ve İspanya’ya bağlı. Ama ABD ile de bağları var. Bu devrim tüm bu ülkeleri şaşkına çevirdi. Örneğin Fransa, son ana kadar Bin Ali’nin rejimini destekledi. Dış işleri bakanı Michel Alliot-Marie Bin Ali rejimine düzeni koruyucu ekipler düzeyinde bir yardım teklifinde dahi bulundu. ABD daha ihtiyatlı davrandı. Ama tüm batı hükümetleri Bin Ali ile “dost”tu. İsrail başbakanı ülkesinin büyük bir dostunu kaybettiğini açıkladı. Bu devrim hepsini şaşırttı, çünkü Tunus halkını boyun eğmiş, uysal bir halk olarak görüyorlardı.

Avrupa komisyonu Bin Ali’nin mal varlığının dondurulması konusunda çok çok tereddütlü önemler aldı.

Evet, onlar olanlara inanamıyorlar, gözlerine inanamıyorlar. Hala Tunus halkının gerçekleştirdiği devrimin büyüklüğünün farkında değiller, Tunus’un sokaklarını bilmiyorlar. Ancak bunun aksine, arap hükümetleri ülkemizde olanlardan korkuyor çünkü Tunus halkı örgütlü bir halkın –ki bu örgütlülüğün hazırlandığına inanıyorum- hükümete dur diyebileceğini gösterdi. Ve 2005’ten ve açlık grevinden bu yana, (bir çok siyasi kişilik ve insan hakları savunucusu rejim tarafından özgürlüğe getirilen kısıtlamalara karşı bir açlık grevi başlatmıştı) islamcı ve laik kesimler arasında artık ideolojik kavgalar yok. Mücadele herkes için siyasi, sosyal ve ekonomik eksenler çevresinde yoğunlaştı. Ve bu Tunus halkının örgütlenmesine yardımcı oldu. Ve şimdi yine, bu örgütlülük güçlü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder