22 Şubat 2011 Salı

Halk patlamasına kadar her şey 'güllük gülüstanlıktı'

Dr. Ali Kadri, Tunus'ta isyan patlak verdiğinde ihtimal verilse bile, mümkün görünmeyen Mısır halk isyanının gerisindeki sosyo-ekonomik koşulları yazdı. Mısır konusunda görünenin ardında yatan dinamikleri öğrenmek isteyen okurlarımız için, Kadri'nin bu analizini yayınlıyoruz:

Krizde Mısır Ekonomisi

Mısır'da devrimci süreç başlamadan birkaç gün önce “Tunus'daki intifada Mısır'a da sıçrar mı?” sorusuna verilecek cevap, ”Pek zannetmem, Mısırlılar dindardır, muhafazakardır ve insanların üzerindeki etkin asayiş örgütlenmesi de buna engel” olurdu. Ancak Mısır'da patlayan isyan, devrim için kültürel parametrelerin yeterli olmadığını göstermenin yanında, isyan etme zamanı geldiği zaman halkların bunu beklenmedik bir şekilde yaptığını da gösterdi. Birdenbire tüm gerçekler devrimi açıklar oldu. Devrim tarihsel olarak belirlenmişti ancak sosyal-deprem-ölçer herhangi bir öncül sarsıntı kaydetmemişti. Devrim için şartlar geçen sene de, bir önceki sene de vardı ama neden şimdi oldu?

Uzun bir süre Mısır hükümeti, Dünya Bankası ve IMF ile danışıklı döğüş şeklinde ülkede kötüleşen sosyal şartları sakladılar ve ekonomide pembe bir tablo çizdiler. Mısırlıların yüzde 5'i günde 1 dolarlık gelirin altında, mutlak yoksulluk içinde yaşıyordu. Öte yandan, gayrısafi yurtiçi hasıla (GSYİH) son 6 yılda ortalama yüzde 6 artarken iken 1980'den itibaren GSYİH yüzde 5 arttı. Bu göstergelere gelişmekte olan ülkelerin pek azında erişilebilmişti. Mısır'daki diğer ekonomik göstergeler de olumluydu. 2005-2009 arasında ülkeye 40 milyar dolarlık yabancı yatırım girmişti. İç borcun GSYİH'e oranı 2005'ten 2010'a kadar yüzde 100'den yüzde 75'e düşmüştü. İşsizlik düzeyi yüzde 9’du. Ekonomide devamlı olarak liberalleşme, mülkiyete dair sınırların kalkması, ticaret ve sermayenin serbest akışı söz konusuydu. Para politikaları enflasyonla da başarıyla mücadele etmişti.

Bu ekonomik performansa rağmen Mısır serbest pazarda Tunus kadar parlamadı. Mısır'a her sene gelen 5 milyon turist için halkın fakirliği gözlerden saklanamaz bir gerçekti. 2008'de ekmeğe zam yapıldığı zaman meydana gelen ölümleri hiçbir haber ajansı yazmadan edemedi. Mısır, yükselen yiyecek fiyatlarının direkt ölümlerle sonuçlandığı dünyadaki sayılı ülkelerden birisi. Gelişme devamlı olarak sürmesine rağmen, gelir eşitsizliği daha hızlı bir şekilde büyüdü. El Kudüs dergisinde yakın tarihli bir makale, Mısır'ın Kral Faruk günlerindeki gibi “yüzde 2” ekonomilerden birisi haline geldiğini yazdı. Bu, nüfusun yüzde 2'sinin ekonominin yüzde 98'ine sahip olması demek, IMF tavsiyeleri doğrultusunda enflasyonu indirmek için uygulanan para politikaları istihdam yaratacak projelere az para harcama fakat bankalara ve zenginlere para aktarmak için borçlanma temelli oldu. Gizli işsizlik, iş bulma umudunu yitirmiş işsizler eklendiğinde gerçek işsizlik yüzde 50'nin üzerindeydi.

Mısır bugünlere nasıl geldi?
Mısır'ın ekonomik ve sosyal tarihi iki döneme ayrılabilir. Eşitlikçi/adaletli büyümenin olduğu, 70'lerin ortasında sonlanan altın devir ve daha sonra adaletsiz daha yavaş bir büyümenin olduğu dönem. İlk dönem sıkıca kontrol edilmiş bir ekonomi, sosyal projeler üzerinde ülke içi kaynaklardan karşılanan muazzam harcamalarla belirleyici olurken, ikinci dönemde sosyal bir yeniden yapılanma, açıklık ve serbest pazara bağımlılık belirleyici oldu. Sedat'ın 70'lerin ortasındaki Açıklık (İntifah) hareketi, maaşlar sabit kalırken, temel ihtiyaçların fiyatının artması demek oldu ve fakirleri doğrudan etkiledi. Sedat'ın İntifahı, Abdulnasır döneminden sonra, kamulaştırılmış olanı özelleştirmek, sosyal sınıfları yeniden yapılandırmak ve bu suretle tarihi tersine çevirmek anlamına geldi. Abdulnasır'ın Kral Faruk'tan devraldığı fakir bir ülkede yaptığı sosyal reformlar, toprak reformu, sunduğu parasız eğitim ve sağlık hizmeti ülkeyi modern çağa adeta fırlattı.

Sedat'ın Mısır'da tarihi geriye sarabilmesindeki başarısının arkasında iki faktör vardı: Birincisi, Abdulnasır devriminin Mısırlı emekçiler tarafından içinde bizzat politik olarak yer alarak sahiplenilmemesi ve bu nedenle kazanımların daha sonra korunamaması. 1959'da Harry Braverman tarafından yazılan bir makale bunu öngörmekteydi: “Abdulnasır'ın rejimi kuşkusuz devrim maskesi altında bir diktatörlük ancak bu diktatörlük bir devrimin kimi olmazsa olmazlarının altını dolduruyor ve Mısır'da daha fazla devrim olması için eğilimler ve süreçleri tetikliyor. Eğer ordu sosyal mücadeleye katılıyor, tencereyi ocağın üstünde kaynak tutuyor ve ileriye doğru gidiş fikri uyansırıyorsa ülkeye hakim olabilir. Eğer bocalarsa ve eğer bu arada Mısırlı işçi sınıfı ve köylüleri, Nil Vadisi'nde Afrika'nın ilk sosyalizm deneyimini yaşatacak kadar olgunlaşmamışlarsa, mülksüzleştirilmiş soylular ve toprak sahipleri emperyalist destekle tekrar iktidarı alacaklardır.” 1977'deki İntifah'ın ilk belirtisinde Kahire'deki işçi sınıfı ekmek devrimi diyerek ayağa kalktı ama bu kalkışma ordu tarafından sert bir şekilde bastırıldı. İsyan Kahire'de başladı ama yaygınlaşmadı. Braverman tarafından dile getirilen yeterli olgunlaşma olmamıştı ve kalkışma devrime evrilmedi.

Sedat'ın tarihi geriye sarmasındaki diğer yardımcı 'emperyalist destekti'. Mısır'ın İsrail'e karşı 1967 ve 1973'deki iki yenilgisinden sonra hemen köşede bekliyordu. 1979 Camp David anlaşması Mısır halkının teslim alınması sürecinin taçlandırılması oldu. Camp David anlaşması Mısır'ın ekonomik problemlerini sözde hafifletecek “barış rüşveti” anlamına geldi. Ancak bu “rüşvet” sadece Sedat ve Sedat'ın sınıf arkadaşlarına verildi. Bu gelir otuz yıldan bu yana gittikçe arttı ancak bu emekçi sınıfın kazanılmış haklarının tırpanlanması ve kaynakları en tepedeki yüzde 2'ye kaydıracak şekilde bir sınıfsal yeniden düzenleme ile birlikte oldu. Toprak reformlarından başlayarak herşey özelleştirildi. Camp David anlaşması, yıllık 2 milyar dolarlık yardımlar, aynı zamanda Mısır'ı en fazla ABD yardımı alan ikinci ülke konumunda getirdi. Bu yardımın üçte ikisi orduya, kalan üçte biri de rejimin güvenliğini, asayişini denetlemek, sosyal olayları isyana varmamaları için denetlemek ve gözlemlemek için ayrıldı. Bugünkü devrimin nedeni sermayenin akışındaki ani bir kesinti değil. Tam tersine, merkez bankası rezervleri ve portfolyo akışları halihazırda pozitif ve yüksek.

Devrimci koşulların yaratılması yıllar aldı. İki İsrail savaşının kaybedilmesi Afrika ve Arap dünyasındaki emekçi sınıfın güvenliğini tehlikeye atarken, otuz yıldır süren emperyalist yağmaya da yol açtı. Mülksüzleştirerek biriktirme ve geriye doğru gelişme (de-development) Afrika'nın büyük kısmına ve Arap dünyasına hakim oldu. ABD doğrudan askeri müdahelelerle ya da askeri müdahele tehditleriyle bilinçli bir şekilde halkların sahip olma ve kendi kaynaklarını kontrol edebilme yetkilerini ellerinden aldı. Süreç kaba kuvvet ve toplu kıyımlarla yol aldı; özellikle de Irak'ta. Arap diktatörlükleri ve ABD elitleri arasındaki sınır ötesi ittifaklar o kadar giriftleşti ki, tanklarla korunmadığı sürece – Mübarek örneğindeki gibi – kendi ülkesinde emekliye ayrılan hiçbir Arap bürokratı olmadı. Nitekim, bu Arap ülkesinde de iç güvenliğin başkanı aynı zamanda ülkenin de başkanıydı. Bu tarz bireyselleşmiş kurumlarda refah yaratan ekonomik gelişme aşağıya doğru inmemekte ve yukarıya doğru çıkmakta. Vaşington kurumları formel kurumları olmalarına rağmen Arap kurumlarının hiç de ciddi ve kurumsal olmadıklarının gayet farkındaydılar. Bildikleri bir diğer şey de bu kurumsal ve paylaşım konjonktüründe yürüttükleri politikaların felaketle sonuçlanacağıydı.

Son küresel finansal kriz, Arap dünyasını da vurduğunda, “kriz” kelimesinin Arap dünyası için ne kadar komik durduğunu farkettim. Küresel olarak en yüksek oranda zıtlaşmalara sahip az gelişmiş bir coğrafyada “kriz” kelimesi Avrupamerkezci bir tona bürünüyor. Savaşların ve göçlerin hüküm sürdüğü Irak, Sudan, Yemen ve Filistin coğrafyalarında, 30 senelik yüksek büyüme rakamları yanında çocukların üçte birinin yetersiz beslendikleri Mısır'da “kriz” kelimesinin günlük yaşam pratiğinde hiçbir anlamı yok. Bu Çehov'un şu sözlerini hatırlatıyor: “Krizle bir embesil bile başedebilir. Bu bizim her gün içinde yaşadığımız, bizi tüketen şey”. Gelişmiş dünya için ekonomik refah, mülksüzleştirme ve çevresel yapıların yer değiştirmesi yollarıyla ekonomi-dışı yöntemlerle yaratılıyorsa, bu şu anlama geliyor: Merkezdeki refah çevredeki yoksullaşma ile bağlantılı. Bu kısmi olarak bile doğru ise o zaman barışa uzanan yol buradan başlamalı.

Bu anlamda Arap geriye doğru büyümesi (de-development) diğer üçüncü dünya ülkelerindeki süreçlerden farkı, Amerikan askeri varlığının bölgedeki varlığı, sponsoru olduğu diktatörlükler ve güç kullanarak bu konsepte sık sık başvurması. Raul Prebish'in BM'deyken söylediklerini bir adım daha öteye taşıyarak, bağımlılık teorisini Arap düzleminde yeniden tanımlamak mümkün: Bu gidişi tersine çevirmek için, Arap halkları anti-emperyalist mücadeleyi ön plana çıkartmalılar. Ancak ve ancak bu politik süreçler onların yaşamlarını iyileştirebilir. Bu da tartışmayı ilk soruma geri götüriyor. Emekçi sınıf uzun süredir sistemli olarak fakirleştirilirken devrim neden şimdi oldu?

İsyan; ama neden şimdi?
Bu politik süreç için çok şey yazılacak. Öncünün nerede olduğu, insanların ne zaman sokaklara döküldüğü, partinin çelik örgütünün nerede olduğu, devrimci bilincin nasıl oluştuğu ve ortaya konan alternatif sosyal modelin ne olduğu ve imgelemi nasıl kapsadığı gibi sorular sorulacak. Bu sorulara cevaplar birçok noktada gayet açık. İnsanlık tarihi, herhangi ikisi hiçbir zaman tam olarak aynı olmasa bile analojiler kurmak için yeterli sayıda devrim deneyimine sahip. Bariz ve açık olan cevap, Arap dünyasının despot rejimleri altında sadece küçük bir azınlığın işkenceye ve işkenceye denk gelen bir yaşama sahip olmayışı. Bu bağlamda, Çarlık Rusyası'ndaki 1917'deki Rusya devrimi benzer yaşam şartlarına sahip bir coğrafyada yapıldı. Rus dervrimi, sefilleştiren şartlarda yaşayan bir insanın daha özgür ve daha adaletli bir yaşam şeklini ne kadar kolay özümseyebildiğini gösteriyor.

Ancak bir devrimde politik kazanımlar hızla sosyal kazanımlara dönüştürülmeli ve bunlar işçi sınıfının süreç içindeki muazzam fedakarlığının karşılığı olmalı. Eğer bu işçi sınıfı devrimden bu şekilde fayda göremezse devrim tekler. Bu tarz bir başarısızlığa da tarihten örnek var: Lenin'in belirttiği gibi, 'Kendinden hareketin en zayıf anında burjuva ideolojisi yine baskın gelir çünkü burjuva ideolojisi daha fazla deneyim biriktirmiştir, bu nedenle de sosyalist ideolojiden daha fazla yayılma tecrübesine ve aracına sahiptir.' Bu, 1902'de de 1989'da Sovyetler Birliği'nde sosyalizm çöktüğünde de söylenebilirdi. 2011'de de söylenebilir. İşçi sınıfına barınma, sağlık, beslenme, eğitim ve çalışma hakkı hızlıca sağlanacak şekilde yeni bir paylaşıma hemen gidilmezse devrim geriye düşer.

Mısır, ABD'nin Ortadoğu'daki emperyalist stratejisinde kilit roldedir. Eğer ABD Mısır'ı kontrol edebileceğine ve ABD İmparatorluğunun buradaki gücünü koruyacağına ikna olursa, Mısır işçi sınıfı lehine yeniden paylaşımda onları bir süre rahat bırakabilir. Çünkü dünyanın bugünündeki emperyalist kriz ve emperyalistler arası rekabet koşullarında, jeostratejik önemi nedeniyle Ortadoğu'nun kontrolünü elden bırakmamak, Mısır'daki işçi sınıfının sömürülmesi ve yoksullaştırılmasından edinilecek artı değerden daha önemli.

İnsan pazarda ücret için sattığı emeğinden ayrıdır ancak işsiz bir sürü insan varken ve rejimin insana hiç saygısı kalmamışken işçi ile iş üretme kapasitesi ile aynı şey olur. Çalışanlar pazara sunabildikleri üretici güçleri ölçüsünde muamele görürler. Despot rejim, insanları, tıpkı metalarmış gibi vazgeçilebilir ve yerine yenileri konulabilir hale getirir.

Herhangi bir ücret için çalışmaya hazır fakir gençler, halihazırda çalışanların ücretlerini bu nedenle aşağıya çeker. Bu aşağıya doğru yuvarlanma da kendisini tekrar besler. Zaten Mısır ekonomisi kiralama temelli, yapısal nedenlerle istihdam yaratabilecek üretken bir ekonomi değil. Emek harcamadan kar etme, Mısır'a hükmeden elitin de düşünce şekli olmuş durumda. Bu durumda da insan hayatının değersizleşmesi ve insanların meta haline dönüştürülmesi süreci doğal bir sonuç. Çalışan birçok kişinin ve iş arayan birçok kişinin hayal kırıklığı ve sefaleti bir noktadan sonra varoluşsal olarak dayanılmaz hale geldi. Alternatif bir model olmasa bile bir değişim olmalıydı ve bu boş bir hülyanın değil, sadece yaşayanın anlayabileceği ciddiyette bir acının sonucu. Bu tarif ettiğim süreç olan metalaşma insanlığın, insan onurunun kaybedilmesini tarif ediyor. Bu nedenle, Tunus'da Muhammed Buaziz'in kendini yakmasından birkaç gün sonra bazı Mısırlı gençler de ülkelerindeki yaşam koşullarını protesto etmek için kendilerini yaktı.

Sanal dünyanın rolü
Bu devrimin geçmiş devrimlere benzemeyen bir yönü, internet aracılığı ile örgütlenme ve bilginin internet aracılığıyla yayılması oldu. Bu da politik sürecin açıklığı ve baskıcı rejimin dağıtılmaya başlanması sonucunu doğurdu. Devrimler ancak örgütsel ve hareketsel çerçeve, yaşam koşullarının dayanılmazlığı ile bir araya gelince olur. Mısır ayaklanması İnternet ayaklanması olarak adlandırıldı ancak kanımca bu isyanın özgünlüğü bunda değil.

Bu isyanın getirdiği yenilik, çalışan sınıfın tarihin esas yapıcısı oılarak yeniden sahne alması ve fabrika alanının sosyalliği. Bu fikirler kapitalizm içinde ölmediler. Hepimiz bir sınıfın tartışarak, örgütlenerek, hareketlenerek tarihe müdahele ettiğine tanık olduk. Bu olaylar postmodernist bakışın tarihe gömdüğü, ancak tarih kitaplarında bahsedebileceği olaylardı. Emeğin bölünmesi, elitlerin emeği bölme ve yaymadaki gücünün devrim olanaksızlaştırdığı düşünüldü. Eskiden olduğu gibi fabrikalar, aynı becerideki işçilerin örgütlenip, tartışıp mücadele için strateji geliştirdikleri karşılaşma yerleri değildi. İnsan hayatının metalaşmasına rağmen onları tek bir yerde biraraya getirmek mümkün değildi. Ancak sanal dünya böyle bir katılımı mümkün kıldı. Mesela, takma isimler kullanarak iletişimin anonim olması, kişinin kendisi ile ilgili kimlik bilgilerini vermeden başka insanlarla iletişime geçmesini sağladı. Böylelikle iletişime dair kişisel sorumluluk alma baskısı kalkmış oldu. Bu noktada, Zizek'in 'İnsanların bir maske arkasından en temel meselelerini, konuştukları' gözlemini hatırlatalım. Çalışanların yaşam şartları ve en temel gereksinimlerinin ekmek olmasıydı ve internet insanların “maske” arkasından bu temennilerini dile getimesini sağladı. Arap rejimleri şu an bu tehlikenin farkında. Burjuvazi bu şekilde kendi mezarkazıcılarının eline sehven bir matkap vermiş oldu. Muhammed Buzazi'nin kahramanlığı, insan hayatının metalaşması ve modern kimliksiz(anonim) iletişim bu aşamada devrimi kaçınılmaz kıldı.

Bundan sonra ne olacak?
Bugün itibarıyle yaşam şartları değişmiş değil ve yiyecek fiyatları 2008'den beri en yüksek rakamlara ulaşmış. Yeniden paylaşım sınıfın da yeniden yapılanması demek olacak ve tarihte daha önce olduğu kadar tekrar geriye gidiş kolay olmayacak. ABD, Müslüman Kardeşler'in (MK) bu sürece dahil olmasını istiyor çünkü MK'nın sosyal yapıyı değiştirmek ve daha fazla devrimlere yol açmak gibi bir amacı yok. Politik islamın yükselen dalgası geri çekildi. Bu hareketin sınırları çizilmiş durumda. İsyanı tetikleyen intihar, en şiddetli küfür oldu ve bu da neden politik islamın devrimci sürece daha sonra eklemlendiğini gösteriyor.

MK devrimci bir öncü değildi. Var olana alternatif bir soyal model önerisi yoktu. Var olan dağıtım mekanizmaları kutsal olarak benimsiyor ve birikim süreci, zorunlu göç ve mülksüzleşmeyi beraberinde getirdiğinde, ödev bilincini hak bilincinden daha yüksekte tutuyorlardı. Tarihsel şartların değiştiğini ve kapitalizmin ortaçağdaki anlamından çok daha farklı bir sistem anlamına geldiğini hiçbir zaman anlamadılar. Zaten unutulmamalı ki, Enver Sedat ABD'nin emri ile anti-Nasırcı Kardeşleri getirdi ve rejim o zamandan beri onlarla birlikte yürütüldü. Halihazırda ABD medyası MK'nin kendi truva atları olduğuna dair bir anlayışı silmeye çalışıyor. Fakat şimdiki mücadele haklar için bir mücadele. Bu mücadelenin ilk başlığı yükselen fiyatlar nedeniyle ücretlerin arttırılması olmalı. Marshal kanunu çerçevesinde politik olarak örgütlenme ve sendikalaşma inanılmaz ölçülerde baskılanmıştı. ITUC tarafından yakın tarihli bir raporda Arap bölgesinin dünyadaki en az sendikal haklara sahip olunan bölge olduğu belirtilmişti. Eğer sendikalar bağımsız olurlarsa, ücretler yükselen fiyatlarla uyumlu olabilir ve enflasyonun çalışan sınıfın alım gücüne vurduğu darbe azalır.

Daha sonraki bir aşamada, rejimin eskiden beri süregelen yanlışları düzeltilmeli. Hırsız baronların mülklerinin kamulaştırılması bu yanlışın giderilmesindeki önemli adım olacaktır. Çalışanlara toprak verilmesini sağlayacak toprak reformu diğer verilecek hak olacaktır. Devletin çalışan sınıfı vücuda getirmesi ve dik tutması en temel haktır. Çalışan insanlar da kendilerini savunma hakkına sahiptirler. Eğer devrimsel reforma çalışan sınıf dahil edilmezse çalışanlar, kendilerini savunma doğrultusunda istedikleri araçları geliştirme hakkına sahiptirler. Gündeme getirilecek başka bir sürü hak var ancak kesin olan şey şu: Bunları geciktirmek suçtur.


Ali Kadri, London School of Economics’te (LSE) misafir araştırmacı. Arap dünyasında politik ekonomi başlığında araştırma yürütüyor. Daha önce Birleşmiş Milletler Ekonomik Analiz Birimi’nin Beyrut ofisinin başında bulunuyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder