29 Haziran 2011 Çarşamba

Bacı

Solculuk kisvesi altında faşizme hizmet ediyorlar, kerhaneye düşmek gibi bir şey, belki daha da kötü!
Evet, "daaeevrimci" bacılar...
Emre Aköz, kendisine yumurta atmaya çalışanlar arasında gözüne ilişen "cırtlak sesli birkaç kara kuru kızdan" sözetti. "Necdet Şen'in 1980'lerde tartışmalara yol açan 'Bacı' adlı çizgi romanından fırlamış" dedi.
Necdet, 1991 yılında Cumhuriyet gazetesinde Nadir Nadi'nin ölümü üzerine patlak veren "iç savaşta" Hasan Cemal ve Okay Gönensin'den yana olmuş, hele o günlerde bir karikatüründe İlhan Selçuk'a "kart tilki" deyince hesabı kesilmişti...
Telefonlaştık, bana Uğur Mumcu'yu nasıl kazıkladıklarını, nasıl üç otuz paraya çalıştırdıklarını anlattı, Kadıköy'de buluşup bira içmek ve dertleşmek üzere sözleştik, yirmi yıldır bir türlü beceremedik.
"Bacı" çizgi romanı da gerçekten büyük gürültü koparmıştı... Sol çevrelerde! Halkın umurunda bile değildi.
Çünkü Necdet, yetmişli yıllarda epey yaygın olan bu "devrimci bacı" tipini yüceltmiyor, yerli yerine oturtuyordu. Aşağılamıyordu, hayır, eleştiriyordu. Bu ne büyük bir suçtu! Bacılar eleştirilemezlerdi!
Bu kafayla kafalarını her dönemde ve her seçimde duvara tosladılar bu zavallılar (üç buçuk ay sonra gene öyle olacak.)
Devrimci bacı... Soyu tükenmiştir sanıyorduk, demek ki yumurtalı eylemlerde yaşıyormuş.
Ortak özellikleri çirkin olmalarıdır bu kızcağızların. Hem çirkin hem pasaklı.
Sorunları da budur. Bu yüzden hepsi birer "kompleks kumkuması" olup çıkmıştır.
Önce kendi kendileriyle, sonra erkeklerle sorun yaşarlar, hükümetle, oligarşiyle, sermaye sınıfıyla falan değil. Bu hınç, görünürde kendini "eylemcilikle", aslında nefretle, öfkeyle, vurup kırma arzusuyla dışa vurur.
Başta anaları babaları olmak üzere hiçkimseden sevgi görmemişler, yakınlık görmemişlerdir. Bu nedenle onlar da kimseye "empati" gösteremezler. "Farklı düşünenleri anlamaya çalışmak" da onların kısa boylarını çok çok aşar.
Bir zamanlar, ünlü şarkıcı gibi, "Akrep Nalan" adı takılmış ünlü bir eylemci kız vardı, 12 Eylül döneminde. "Memleketinden" gelmiş, Topkapı Garajlar'da otobüsten inmiş, yanına ilk yaklaşan çocuğun siyasi görüşüne yazılmış. Çocuk solcu olduğu için solcu olmuş, çocuk sağcı olsaymış o da sağcı olacakmış.
Bu eylemci kesimlerde cinsellik de bir tabuydu o zamanlar...
Fransa'da 68 eylemleri cinsel özgürlük için başlamıştı, bizde görünürde sosyalist, aslında Kemalist dikta özlemiyle yürütüldü, ama eylemci çocuklar köylü ve kasabalı olduklarından, çok ciddi bir cinsellik sorunu da yaşadılar.
O zaman da ortaya, "cinselliğinden arındırılmış" bir kız tipi, yani "bacı" çıktı!
Bu kızlar ve oğlanlar, doğaya ve dürtülerine daha fazla karşı koyamadıkları noktaya gelip bunalıma girince de, ortaya "devrim nikâhı" adı verilen bir saçmalık çıkardılar. Sevişmek için ille bir "nikâh" kıyılacaktı! Nikâhsız olmuyordu, burada da örgüt lideri (ya da mahalle sorumlusu, ne haltsa işte) kıyacaktı.
Bu, devrimcilik, solculuk falan değil, yalnızca ilkellik ve köylülüktü.
Türkiye çok çok ilerledi, köylü köylülükten kurtulma yolunda çok mesafe kat etti, fakat onlar kurtulamadılar.
Çünkü "kendi kendilerinden" kurtulamıyorlar.
Keşke o kızı tutup şap diye öpseydin Emre... Belli ki kimse öpmemiş...
Belki de ossaat liberal kesilirdi!

...Yüzde Yüz Türk Olduğun Gün Cihan Senindir...

Şüphesiz ki Atsız da Atatürk gibi hakkında en çok şehir efsanesi dolaşan insanlardan biridir. Çünkü O'nun ve yüce ideolojisinin üstünlüğü karşısında ezilenlerin, O'nun kişiliğini ve düşüncelerini saptırmaktan başka bir şansları yoktur. Bu da, sapık ideoloji ve aşağı ırk mensuplarının Türkçülükten ne denli korktuklarını göstermektedir.

Bu korkakların en kötüleri de Atsız'ın yolunda gittiklerini iddia edenlerdir. Onlar da "Gerçek Atsız"dan korkarlar. Çünkü "Gerçek Atsız", onların kutsal saydıkları her şeyi ayaklar altına almıştır. Atsız'ın din karşıtı olduğu gün gibi ortadayken, O'nun aziz hatırasına saygısızlık ederek "Atsız Müslümandı" derler. Çünkü Atsız'ı kendilerinden ayrı tuttuklarında, sentezci sapık fikirlerinin her açıdan daha da sığlaşacağını bilirler.

Sözde Türkçü, özde ise çapulcu ülkücü olan müptezellere "Gerçek Atsız"ı kendi kaleminden tanıtmaya başlayalım:

Tanrı insan idraki dışındadır. Kur'an, Muhammed'in talimatıdır. Bunun birçok delilleri vardır. Bir tanesi birçok yerinde aya, güneşe, fecre, atların köpüren ağızlarına yemin ve and verilmesidir. Yemini kim eder? İnsan eder ve kendisinden daha üstün bir varlığın adına eder, Tanrı yemin eder mi? Tanrı'dan daha üstün bir varlık olmadığına göre kendi yarattığı aya, güneşe neden yemin etsin? Görülüyor ki bu yeminler Muhammed'in gönlünden ve beyninden doğmadır ve hatta Araplar arasında İslamiyetten önceki zamanların usul ve adabınca edilmektedir. (Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir - ÖTÜKEN, 1970, Sayı: 11 )
.
Kur'an "âlemlerin sahibi olan Tanrı'ya hamdederim" diye başlamaktadır. Belli ki bu söz de Muhammed'indir. Çünkü Tanrı, kendi kendisine hamdetmez. Müfessirler her ne kadar Tanrı "böyle diyin" demek istemiştir yolunda tevillere geçmişlerse de Kur'anın sonundaki küçük sürelerde olduğu gibi, sürenin başına bir "söyle, de ki" hitabını eklemeyi Tanrı düşünmez miydi? (A.g.m)
.
Fakat ey Türk Gençliği, sana soruyorum: Sen Arap Muhammedin mezarını artık bıraktıktan sonra senin Kâbe’n Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar değil midir? (Çanakkale Savaşı - ATSIZ MECMUA, 1932, Sayı: 17) .
.
Din Arab’ın, hukuk sizin, harp Türklüğündür. (Davetiye - 1940)
.
Kumar, içki ve her türlü fuhşiyatla yozlaşmış, karılarını değiştiren ve kız çocuklarını gömecek kadar vahşet gösteren bir toplumda Muhammed'in başka türlü davranmasına imkân yoktu. Onlara korkunç cehennem azapları gösterecek ve dünyada doğrulukla yaşayanlara da öte âlemde köşkler, Kevserler yiyecekler, güzel huri kızları vaad edecekti. (Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir - ÖTÜKEN, 1970, Sayı: 11 )
.
(Yobazlar) Soy soy insanların bir tek Âdem’le Havva dan türediklerine, Âdem’in 1050 yıl yaşadığına, Havva'nın her yıl biri erkek biri kız olmak üzere ikiz evlat doğurduğuna ve bu kardeşleri birbiriyle evlendirdiklerine inanırlar. Bir Sümer masalından çıkan tufan ve Nuh'un gemisi onlarca tarihi bir hakikattir. Hangi Teknik Üniversitesinden mezun olduğu belli olmayan Nuh'un yaptığı o pazarcı kayığına her cins hayvandan birer çiftin girip sığması ve 40 tufan gününde birbirine yemeden uslu uslu oturması da gerçektir vesaire... Şimdi bu kafadaki adamla bir fikir tartışması yapmaktaki trajediyi düşünün. (A.g.m)
.
İslamiyet ırk ve renk tanımazmış. Komünizm de tanımıyor. Amerikan anayasası da tanımıyor ama gerçekte bu fark daima vardır. İslamiyet’in ırk ve renk tanımadığı çağlar bir daha dönmemek üzere geride kalmıştır. Birinci Cihan Savaşında, İslam kardeşlerimiz Araplar'ın İngiliz'lerle birleşerek Türk ordularını nasıl arkadan vurduklarını unutmadık. Bu Arap ihanetinin başında Peygamber soyundan gelen şerifler bulunuyordu ki bunlardan birinin hatıraları Hayat Tarih Mecmuasında tefrika edilmektedir. (A.g.m) .
.
İslamiyet Türkler sayesinde yaşadı ve yükseldi. İslamiyet Türkleri değil, Türkler İslamiyeti yüceltti. Biz İslam olmadan önce de büyüktük. Keramet İslamiyet’te olsaydı her Müslüman millet yükselirdi. Hele tarafımızdan birkaç kere tekrarlandığı gibi İslamiyetten önce büyük devlet olan İran İslam olduktan sonra bugünkü durumuna düşmezdi. (A.g.m)
.
Bilimdeki türlü ilerlemeler geliştikçe kâinatın din kitaplarında yazıldığı gibi altı günde yaratılmadığı, bu oluşumun milyarlarca yüzyılda meydana geldiği, hele insanların 6000 yıl önce yaratılan muhayyel bir Âdem’le hayali bir Havva'dan türemedikleri ispat olunmakta ve ilim artık, kısa ömürlü de olsa canlı hücre yaratacak seviyeye ulaşmış bulunmaktadır.(A.g.m) .
.
İslam düşüncesinde sömürgecilik vardır. Ülkeler fethetmek, bu ülkeyi haraca bağlamak sömürmekten başka bir şey olmadığı gibi bütün beşeriyet de tek ümmet değildir.(A.g.m)
.
Tanrı, ne din kitaplarının anlattığı gibi insan şeklinde, ne de göklerin bir yerindeki tahtının üzerindedir. Onun nasıl olduğunu, ne olduğunu bilmeye imkân yoktur. Olsaydı din bilginleri asırlar boyunca birbirine girmezdi.(A.g.m)
.
Peygamberin, çevresindeki ahlak bozukluğunu görerek çareler aradığını, tedbir düşünmek için dağlara çekilip insanlardan uzakta yaşadığını ve ta eski Mısır'dan gelerek Yahudiler'e geçen "tek Tanrı" fikrini akıl ve duygusuyla kabul ederek Arap putçuluğuna karşı çıktığını görüp anlamak için yobaz olmaya, bir takım masallara inanmaya, eski Sümer'den ve Mısır'dan gelip Yahudiler aracılığı ile öteki milletlere geçen inançları ilahi hakikat diye kabul etmeye lüzum yoktur. (A.g.m)
.
Yahudi krallarını peygamber diye Türk milletine telkin ederek milli mefahiri unutturmak suretiyle İsrailiyyatı hayat ve ahlak sistemi diye öne sürmek milli bir cinayettir.(A.g.m)
.
Muhammed'in de peygamber olmadan önce Kureyş putlarına kurban kestiği ve Halife Ömer'in amcazadesi Zeyd'in kendisini bundan menettiği hakkında İbni- İshak'ın siyer parçalarında bir kayıt bulunduğu gibi (bak: İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, cilt I. s. 126) Peygamber olduktan sonraki "Garanik" meselesi de bütün İslam âleminde meşhurdur ve tevil olarak "Şeytan, peygamberin içine girerek onun adına öyle konuştu" demek gibi çocukça bir tevile başvurulmuştur. Peki, şeytan bu karganmışlığı yaparken "âlim" (= her şeyi bilen), basir (= her şeyi gören) ve habir (= her şeyden haberi olan) Tanrı ne yapıyordu? Görülüyor ki saçma sapan tevillerle beşeri zaafları örtbas etmeye imkân yoktur.(A.g.m)
.
Yedinci yüzyılda ortaya çıkan Müslümanlık, sosyoloji bakımından Araplar'ın millet haline geçme savaşıdır.(İslam Birliği Kuruntusu Ötüken, 17 Nisan 1964, Sayı: 4)
.
İslam Birliği ve kardeşliği kuruntudur. Dinin baş unsur, olduğu çağlarda bile gerçekleşmemişti. Bundan sonra, araya bu kadar ihanet ve düşmanlık girdikten sonra asla gerçekleşmeyecektir. Gerçekleşecek olan birlik İslam birliği değil, Adalar Denizinden Altayların ötesine kadar Türk birliği olacaktır. (A.g.m)
.
İçki fena ise üzümü neden yarattın? Üzümden içki yapılacağını neden Levh-i Mahfuza yazdın? Son peygamberin arkadaşları namaz kılarken âyetleri yanlış okumasaydı içki yasaklanacak mıydı? Çöldeki Bedevi ile bir kurmay subayın içmesi aynı mıdır? Biri sarhoş olunca her türlü herzeyi söyleyebilir. Öteki sarhoşluğun son merhalesinde bile temkinli ve iradelidir. Küçük bir kızı sevmek günahsa, son peygamber, Ayşe'yi neden sevdi de aldı? (Atsız'ın kendini betimlediği Selim Pusat karakteri, mahkemede peygamber tanıklardan Muhammed ile dalga geçer ve küçük çocukla (Aişe) evlendiği imasında bulunur - Ruh Adam).
.
Ben, yabancı kaynaklı hiçbir fikri benimsemeye tenezzül etmeyecek kadar millî şuur ve gurura malik bir Türküm. Siyasî, içtimaî mezhebim Türkçülüktür. (En Sinsi Tehlike)
.
Şimdi soralım: Atatürk Türkiye'si, Atatürk milliyetçiliği diye her gün leylek gibi laklak eden çeneler jübilesini yapmak için koskoca Türk tarihinde bula bula sapık düşünceli, hasta ruhlu Yunus Emre’yi mi buldular? (Milletleri Ruhlandırmak - ÖTÜKEN, 1971, Sayı: 10)
.
Mesela Cenabı Mevlana'nın, Şemsi Tebrizi ile şu bir türlü izah olunmayan halvet âlemlerinin ilmi ve tasavvufi manasını, bununla beşeriyetin nasıl irşad olunduğunu, Şemsi Tebrizi Hazretlerinin nasıl ve neden kaybolduğunu, şimdi göğün kaçıncı katında ikamet buyurduğunu anlatıp bizi aydınlatsalar meslek-i kavim-i tasavvufa çok büyük bir hizmette bulunmuş olurlar. Bundan başka Cenabı Mevlana'nın Şemsi Tebrizi Hazretlerine, tıpkı sevilen bir kadına hitap eder tarzda şiirler yazmasının hikmetini ve küçük oğlanı mezesiyle birlikte çağırmanın ne demek olduğunu anlatsalar... (Dindar ve Mutaassıp Hacı Bayanın Türklüğe Hakaretleri - ÖTÜKEN, 1969, Sayı: 64)
.
İslam beynelmilelciliği davası güdenler de hep milliyetçi olduklarını söylerler. Türkçülük bu türlü eksik ve yanlış milliyetçiliklerin hepsini reddeder. (Türkçülük ve Siyaset - Ötüken, 26 Temmuz 1972)
Bunlar da yetmediyse, Atsız'ın dinler hakkındaki görüşünü, oğlu Yağmur Atsız'dan dinleyelim:
"Atsız Müslüman olarak tanımlanamazdı. Onun bu mevzûdaki konumunu bence en iyi ‘lá-dînî’ olarak tavsîf etmek yerinde olur. Evet, ‘Semávî Dinler’le pek başı hoş değildi ama ‘tanrıtanımaz/ateist’ de değildi. Káinátı yaratan bir güce inansa da bu gücün káinátı yaratdıkdan sonra ‘olaylar’a müdáhale etdiğine inanmazdı." (Yağmur Atsız - Atsız'a Dair)
.
Atsız'ın hayatının sonuna doğru, herhalde “hidâyete ererek” Müslümanlığa dönüşü palavradır. Bir kere bu, Atsız'ın karakterine aykırıdır. Onu zerre kadar tanıyanlar bilir ki farz-ı muhâl aklından geçmiş bulunsaydı bile sırf “yaklaşan ölümü hissetti de korkup döneklik etti” dedirtmemek için böyle birşey yapmazdı. Bu lakırdıyı tedâvüle sokanlar muhtemelen “Atsız” adını siyâseten sermâye edinmek isteyenlerdir. (Aksiyon - Mart 2008)
.
"Dindar bir insan olan ve ara sıra namaz da kılan, fakat bazen Zekeriyâ Sofrası (dileği kabul olan kadının 40 çeşit yemek yaparak onu kadınlarla paylaşması) düzenlediği için Atsız tarafından “örtülü putperestlikle” (!) suçlanan Annem Bedriye Hanım ise zevcinin günaha girdiği tezini savunurdu. Bir yaz günü öğle üzeri sofraya koca bir tabak dolusu iri türbe eriği gelince Atsız bu eriklerden esinlenerek “Erik Yanaklı Allah” sözleriyle Anneme takıldı. Annem telaşla “Nihal, çarpılacaksın!” deyince şu unutamadığım karşılığı verdi: “Allâh"ın hiç işi gücü yok da bir hiç mesâbesinde olan benimle uğraşacak öyle mi? Bana bu kadar değer verecekse ne mutlu bana! O vakit razıyım, varsın çarpsın!” (Aksiyon - Mart 2008)
Atsız istismarcısı sentezci müptezeller, tüm bunlara karşılık olarak, yine cehalet abidesi olmaktan ödün vermeyeceklerdir. Bunu yaparken de, düşünceleri apaçık ortada olan Atsız'ın sözlerini kanıt olarak sunma gafletine düşeceklerdir. Kendilerine kanıt yaptıkları sözlerin hepsinin de çok erken tarihlerde söylenmiş olması da ayrı bir gülünçlük, onlar içinse utanç sebebidir. Çünkü önemli olan, insanın son düşünceleridir. Bu İslam'da da böyledir; yaşamı boyunca dine aykırı işler yapmış birisi, can verirken şehadet getirirse, o artık Müslüman'dır. Peki Atsız'ın din hakkındaki son görüşleri ne yöndedir?

Cevabı yukarıda... Tabii okuma konusunda çektiği sıkıntıyla meşhur olan Ülkücüler bunları okur mu, okusalar da anlarlar mı, orasını herhalde Allah(!) bilir.
..
Bunun yanı sıra, gerçeklik değeri olmayan, zamanın şartlarına göre politika icabı sarfedilen sözlerin olması da çok doğaldır. Atsız, bugün Türkçü olduğunu iddia edip, buz gibi Arapçılık yapan sahte Türkçülerin kendisi hakkındaki gülünç iddialarını ta o zamanlardan sezmiş olsa gerek ki, Müslüman olmadığı halde, bazı dönemlerde din hakkında olumlu şeyler yazmasının sebebini yine kendisi açıklamış:
"Komünizme karşı ya milliyetçilikle, yahut dinle durulabilirdi. Bunların ikisini birden kullanmak şüphesiz daha akıllıca olurdu." (Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz)
Ey Atsız'a Müslüman iftirası atarak O'nun kemiklerini sızlatan sentezciler! Yıllardır Türk çocuklarının milli duygularını istismar ederek, kürt teröründen rant sağlayarak varlığınızı devam ettirdiniz. Sizin yüzünüzden tertemiz Türk çocukları milliyetçiliğe düşman oldu. Şimdi de bir kısmınız bizden öğrendikleriyle "Türkçülüğe" merak saldı ve öğrendiklerini de eline yüzüne bulaştırarak Türkçülerin de imajını bozmaya soyundu. Madem öyle, biz de gerçek Türkçüler olarak, gerçek Türkçülüğü ve Türk ulularının fikirlerini çarpıtılmamış halleriyle Türk çocuklarına öğretmeye ve sahtekarlığınızı, istismarcılığınızı ortaya çıkarmaya son hız devam edeceğiz.

Yaşasın "Siyasî, içtimaî mezhebim Türkçülüktür" diyebilen gerçek Türkçüler!

SAİD-İ NURSİ TÜRK NİHAL ATSIZ DEĞİL

Vakit'in internet sitesi Habervaktim’den Ali İlbey'in yazısını yorumsuz aktarıyoruz:

“Bediüzzaman Said-i Nursi’yi Atsız ile kıyas ve misâlden edep ederim. Maksadım sosyal darvinist ve pozitivist Türkçü Atsız’ı Türklüğün mihveri olarak alan bir kısım Türkçüler ile Kemalistlerin fikrî sapkınlıklarını göstermektir.

Said-i Nursi’nin Müslüman Türklüğe paralel düşen değerini anlamak için Atsız’ın İslâmsız Türklüğünün ne menem bir sapkınlık olduğunu görmek gerek.

Said-i Nursi Türkiye Müslüman Türklüğünün mihveridir.

Atsız ise, bin yılda oluşan Müslüman Türklüğün ölçülerini taşıyan bir Türk değil, agnostik, deist (yaradancı) ve semavî olmayan din anlayışına sahip bir Hun’dur.

Önce şu değişmez târif ve oluşu akılda tutalım: Müslüman olan Türklere Türk denir. Türk eşittir Müslüman. Türklüğü bir kimlik ve aidiyet ifadesi olarak kullanmak gerektiğinde bu şekilde anlamak bir nastır.

Türkiye’de İslâm’ı ruh ve maddesine giydirmeyenlere, kainat görüşünü İslâm’ın belirlediğine inanmayanlara, devletin ve milletin meşruiyet kaynağının İslâm olduğunu kabul etmeyenlere Türk denmez. Tuvalet âdabından yatak odasına, ibadetten hayat tarzına, toplum nizamından idarenin esaslarına kadar her esası İslâm üzere idrâk etmeyen kimse Türk olarak addedilmez.

Bu ölçüler, Türkiye’deki Türklüğün varlık sebebidir. Hilafına oluş ve târifler Türklüğü ihtiva etmez.

Sözde Türk olduğunu iddia eden Atsız’ın, Ötüken’in 1964 Nisan sayısında Said-i Nursi ve İslâm hakkında yazdıkları, İstiklâl Savaşı’yla yeniden oluşan “Hakk’a tapan” Türklükten olmadığını gösteriyor:
“Nurculuk, Said’i Nursi adında cahil bir Kürdün peşine takılan sefil bir sürü. Said-i Nursi denilen adam, eskinden Said-i Kürdî diye biri takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şâfi mezhebinden bir Kürt’tür. Mütareke yıllarında İstanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Kürt Said ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Türklüğü yıkacak ağuları (zehirleri) Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor.”

“Müslümanlık ve kardeşlik” çağrılarına “çığırtkanlık” diyen ve Şâfi mezhebini küçümseyen birinin Türklüğü sahih olur mu? Atsız’ın dört hak mezhepten birine aidiyeti olduğuna dair tek kelimelik ikrarı da yoktur.

“Şeyh Said’in 1924’de yapamadığını Kürt Molla Said (yani Bediüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak. Urfa’daki mezarının bir baş belâsı hâline gelmemesi için general Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, Kürt Said’in uçtuğuna inananlar Nur Risaleleri denilen sayıklamaları rehber edinen beyni örümcekli zavallılar...” (Ötüken, a. g. s.).

ATSIZ, LÂ-DİNÎ TÜRKLÜĞÜ SAVUNUYOR

Türkiye’deki Türklüğün gönlünü ve maneviyatını fethetmiş bir âlimin mezarını “ortadan kaldırılması gereken bir baş belâsı” ve İslâm imanını öğrenmeye çalışanları “beyni örümcekli” olarak telakki eden Atsız Müslüman Türklüğün mihveri olabilir mi?

İslâm’ı dünya görüşü olarak kabul etmeyen, kendi ifadesiyle “bilinmeyen tanrının” Türkü pozitivist kafatasçı Atsız’ın Türklüğü, “Hakk’a tapan” Türklükle siyah ve beyaz kadar birbirine zıddır.

“Türk iseniz, hangi sebeple cahil bir Kürd’ün ardından gidiyor, kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aramızda resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var” (Ötüken, a. g. s).

Arapça’ya düşmanlık, Kemalist Türkçülüğün başlattığı bir yoldur. Yani pozitivist lâ-dinî Türklüğü tercih edenlerin fikridir. Atsız, Arap dilinden kasıt, Kur’an’ı Kerim ve İslâm aleyhtarlığını dışa vuruyor.

İslâmsız 27 Mayıs 1960 darbecileri hakkında tek satır görüş belirtmediği gibi, o meşum dönemde Müslüman Türklüğe yakın olan Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkar ve aleyhinde yazı yazar.

“Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir” başlığı ile Said-i Nursi ve devrin İslâmî hareketlerine “Müstehase”, yani fosilleşmiş Osmanlıcı, ümmetçi diyerek hakaret eder.

ATSIZ: “KUR’AN, MUHAMMEDİN TÂLİMATIDIR”



Atsız’ın, Kur’an’ı Kerim’e, vahye, Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerine pozitivistçe bakan ve inanmayan agnostik zihniyetini kendi ifadeleri ele veriyor:

“Kur’an, ‘âlemlerin sahibi olan Tanrıya hamd ederim’ diye başlıyor. Belli ki bu söz Muhammed’indir. Çünkü Tanrı kendisine hamd etmez. Muhammed’in yirmi küsur yıl süren peygamberliği sırasında bâzı âyetlerin mensuh olduğu (geçersiz kılındığı), yani hükmünün düştüğü malumdur. Demek ki Tanrı buyruklarını değiştiriyor. Tanrı eski buyruklarını hükümsüz sayarak yenilerini gönderiyor. (...) Tanrının dünyayı sırf Muhammed için yarattığını ileri süren yobazlar olduğunu...” (Ötüken, 1970, sayı:11)

M. Kemal’in 1930’lı yıllarda el yazısıyla yazdığı fikirlerin aynısı olan Atsız’ın inkâr dolu satırlarının devamı daha fecaat:

“İslâm düşüncesinde sömürgecilik vardır. Tanrı insan idrâki dışındadır. Kur’an, Muhammed’in tâlimatıdır. Bunun birçok delili vardır. Muhammed’in gönlünden ve beyninden doğmadır. Tanrının ne olduğunu bilmeye imkân yoktur. Peygamberlik Mısır’dan geçerek Yahudilere geçer. Tek tanrı fikrini akıl ve duygusuyla kabul ederek Arap putçuluğuna karşı çıktığını görüp anlamak için yobaz olmaya, eski Mısır’dan gelip Yahudiler aracılığıyla öteki milletlere geçen inançları ilahî hakikat diye kabul etmeye lüzum yoktur. Müslümanlık, sosyoloji bakımından Arapların millet hâline geçme savaşıdır” (Ötüken, 1970, sayı: 11)

Kur’an’ın Kerim’in Allah’ın vahyi olduğuna inanmıyor. Âyetlerin -hâşâ- Hz. Peygamberimizin kendince uydurduğu manzum sözler olduğunu, Allah’ın elçisi diye bir şey olamayacağını, peygamberliğin Mısır’dan ve Yahudilikten geçme bir anane olduğunu söylüyor. İslâm’ın ve peygamberliğin Yahudi inançlarından oluştuğunu, İslâm’ın ilahî bir hakikat olamayacağını ileri sürüyor.

ATSIZ: “MÜSLÜMANLIK SEMAVÎ BİR DİN DEĞİL...”



“Müslümanlık semavî bir din değil, Arapların sosyolojik bir durumudur” diyor. Bu fikirler de M. Kemal’in bir süre okutulan Afet İnan’ın hazırladığı “Medeni Bilgiler” kitabındaki sözlerinin tıpkısıdır. Yani pozitivizmin kurucusu A. Comte’un görüşlerinden alınmadır.

Müslüman Türklüğün asla kabul etmeyeceği hezeyanlarının ardı arkası kesilmez:

“Atatürk Türkiye’si, (...) koskoca Türk tarihinde bul bala sapık düşünceli, hasta ruhlu Yunus Emre’yi mi buldular. Tasavvuf düşüncesinde Mevlâna’nın Şemsi Tebrizi sevgisi ve semalar bir kadına hitap eder gibi tarzda işleniyor. (...) İnsanlığın bundan altı bin yıl önce yaratılan muhayyel bir Âdem’le hayâli bir Havva’dan türemedikleri ispat olunmuştur. Bilim türlü ilerlemelerle kainatın din kitaplarında yazıldığı gibi altı günde yaratılmadığını açıklıyor. Âdem ile Havva’ya yaratılış masalı bulundu. Nuh’un Gemisi masalı da böyledir. Biz, İslâm olmadan önce de büyüktük. İslâmiyet Türkleri değil, Türkler İslâmiyeti yüceltti. Keramet İslâmiyet de olsaydı her Müslüman millet yükselirdi” (Ötüken, 1969, sayı:10).

Yunus Emre’ye “hasta ruhlu bir insan” diyen, Mevlâna’nın düşüncelerine itiraz eden, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın ilk insan olduklarına ve Kur’an’daki yaratılış âyetlerine inanmayan, “biz (İslamsız Türklüğü kastediyor) İslâm olmadan önce de büyüktük, İslâmiyetin Türklüğü yüceltmediğini, kerametin İslâm’da olmadığını” söyleyen şizofren ruhlu Atsız Müslüman Türklüğün neresine oturtturulabilir?

Oğlu Yağmur Atsız “Babam Müslüman olarak tanımlanamaz, Onun konumunu lâ-dinî olarak tavsif etmek yerinde olur. Semavî dinlerle başı hoş değildir. Ateistte değildir. Yaratan bir güce inansa da bu gücün kainattaki olaylara müdahale ettiğine inanmazdı” diyor (Aksiyon, Mart 2008).

Kendi ideolojisindeki İslâmsız Türklere “Din Arab’ın, hukuk Roma’nın, harp Türklüğündür” ve “Yüz de yüz Türk olduğun gün cihan senindir” diye tâlimat veriyor.

“Yüzde yüz Türk olmakla”, Mete’nin ve Atilla’nın inançsız orduları gibi bir Türklüğü ve İslâmlaşmış Türklükten arınmış, “din yok, cemiyet var” diyen pozitivist bir Türklüğü ifade ediyor.

Onun “Ruh Adam” romanındaki Selim Pusat tipi kendisi olup, İslâm düşmanı bir psikopat Türkçüdür. Tasavvuf ve İslâm akaidini düşmanca sorgulayan hasta ruhlu bir tipin, yani kendi ruh ve düşüncelerini yazdığı romanında Hz. Peygamberimize, evliyalara, Kur’an ahkâmına ve Müslüman Türklüğün varoluşunun sebepleri olan her değere karşı çıkar.



SAİD-İ NURSİ: “İSLÂMİYET ORDULARININ EN KAHRAMANI TÜRKLER...”

Atsız’ın Türklüğe mugayir bu şenî fikirlerine karşılık, Said-i Nursi’nin İslâm’la bezenmiş birleştirici şu sözleri Türkiye’deki Türklüğün mihveri değil midir? Bin yıllık izanını ve selim aklını kaybetmeyen Türklere arz edilir:

“Ey efendiler! Her şeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim. Ve menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve sâdık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan meslek-i Ku’ran’iyem cihetiyle her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğim civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim. Dünyanın her tarafında Türkler ise Müslümandır. Müslüman ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede bir Türk taife varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlar dahi, hem Müslüman, hem de gayr-ı Müslim olmuştur. (...) Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değildir.”

SAİD-İ NURSİ DİYOR Kİ: “MEDENİYET VE DEVLET KURAN, TÜRK DENİLEN EHL-İ İMAN...”

Risalelerinde en çok Türk milleti kavramını kullanır. Bununla etnik kökeni ifade etmez. Türkleri “medeniyet ve devlet kuran, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla” diye isimlendirir ve “Türk milleti denilen şu vatan evlâdı” diye hitap eder.

“Ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun” diyor.

O, milliyetçiliği Türkiye’nin millet yapısına göre târif eder:“Müsbet milliyetçilik cemiyetin dahili ihtiyacından ileri gelir. Yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebep olur. Faydalı bir kuvvet temin eder. İslâm kardeşliğini teyid edecek bir vasıta olur. Milliyet kardeşliği İslâm’ı korumaya hizmet etmeli. Irka değil, dil, din ve vatan birliğine bakmak lâzımdır.”

1947’de CHP’ye yazdığı mektubu Türklük iddiasında olan herkes fikrine ve vicdanına emdirmelidir:
“Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten, şanlı bir surette kurtulmasına büyük vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri! Eğer şimdi eski zaman gibi kahramansanız Kur’an’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız (...) hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız (...) âlem-i İslâm’ı muhabbet ve uhuvvet yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve âlem-i İslâm’ı mahva çalışan küfr-ü şark şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verirseniz....”

Said-i Nursi’nin fikirleri Türk toplumunun damarlarında hiç kesilmeden akıyor. Nur külliyatı her evde, her dükkânda bulunuyor ve okunuyor.

Atsız’ın hezeyan saçan patolojik fikirlerinin camide, evde ve hayatımızın bir karesinde yaşadığını gören var mı?

Not: Salı günkü Said-i Nursi yazımıza alâka gösterenlere, “cevabül” olan kelimeyi sehven “cenabül” yazdığımızı ve Said-i Nursi’nin siyah yılanları rüyasında görmediğini hatırlatan okuyucu dosta teşekkür ederim. Elbette, üstadın siyah yılanlar telmihi salt rüya değildir. Geceleri sıkça gördüğü yılanlardan kasıt, ceberrut cumhuriyetin memurlarıdır. Yılan telmihini çeşitli hallerde kullandığı ve kendisini rahatsız eden memurların yüzüne karşı söylediği vakalar birden fazla olup ayrı bir yazı mevzuudur. Önümüzdeki salı günü Said-i Nursi’nin cumhuriyetini ve laikçi cumhuriyetçilere söylediklerini âcizane anlatacağız.”

27 Haziran 2011 Pazartesi

River Plate küme düştü



Dün, dünya futbolu için tarihi bir gün yaşandı...Tüm zamanların en çok kazanan ekibi, ülkenin en büyük stadyumun sahibi, milli takıma en fazla oyuncu veren ekibi ikinci lige düştü. Arjantin'in ki büyüğünden River Plate, kuruluşundan 110 sene sene sonra ikinci lige düştü. Dünyanın en önemli derbilerinden kabul edilen Boca-River derbisi en azından geçici bir süre için tarihe karıştı.

River Plate 50 bin seyirci desteğiyle Monumental Stadı'nda Club Atletico Belgarono ile oynadığı play-off ikinci maçında 1-1 berabere kaldı. Geçen Çarşamba Cordoba'da oynanan ilk maçta 2-0 yenilen River'in küme düşmekten kurtulması için iki farklı galibiyetle rövanş maçını almaya ihtiyacı vardı. İlk yarının beşinci dakikasında Pavone'nin golüyle umutlanan River, 61. dakikada yediği basit ve ardından Pavone'nin kaçırdığı penaltı ile dağıldı. Maç sonuna doğru umudu biten River taraftarının sahaya yabancı madde atması ve protestoları sonucu maçın son 25 saniyesi ve uzatma dakikaları oynanamadı.

TARAFTARLAR BUENOS AİRES SOKAKLARINI SAVAŞ ALANINA ÇEVİRDİ: 72 YARALI

3000 polisin güvenlik önlemleri aldığı maç sonrası saha içinde ve dışında olaylar çıktı. Öfkeli taraftlarlar Buenos Aires sokaklarını savaş alanita çevirirken, çıkan çatışmalarda 30'u polis 72 kişi yaralandı. Olaylar üzerine Monumental stadyumu geçici olarak kapatıldı. Cordoba'da oynanan maç sırasında sahaya giren dört holigan futbolcuları ölümle tehdit etmişti. Riverli oyuncuların Barra Brava adı verilen holigan gruparının tehditleri yüzünden çocuklarını okullarına göndermedikleri, arabalarını saklayıp, tanıdıklarının evinde kaldığı söyleniyordu.

Olaylı Cordoba maçı sonrası ikinci turun seyircisiz oynanması gündeme geldi ancak River taraftarının tepkisinden korkan hükümet ve AFA maçın seyircili oynanmasına karar verdi. Çıkan olaylar sonrası özellikle muhalif basın tarafından AFA'nın kararını eleştirilirken, AFA'ya yakın kaynaklar her halükarda olayların çıkacağını ama River'in kazanması halinde olayların önüne geçileceği düşüncesiyle kumar oynadıkları düşüncesinde birleşiyorlar.

BOCA JUNİORS TARAFTARI RİVERİN CENAZESİNİ KALDIRIYOR

River Plate'in azılı rakibi Boca Juniors yöneticileri ve oyuncuları maç öncesinde verdikleri demeçlerde Superklasikosuz bir ligin tadının olmayacağını söyleyerek River Plate'i desteklemişlerdi. Roman Riquelme, River Plate formasıyla poz vermiş, Maradona'da "milyonerleri"n yanında olduğunu açıklamıştı. Ancak yenilgi sonrası bir grup Boca Juniors taraftarı twitterdan Bombonera stadı etrafında beyaz meşalelerle yürüyerek River Plate'in cenazesini kaldırma çağrısında bulundu

28 SENE CAN SİMİDİ OLAN SİSTEM BU KEZ KÜME DÜŞÜRDÜ

River'i adım adım düşüşe götüren süreç 2008 yılında açılış ligi Apertura'yı son sırada tamamlaması ile başladı. Açılış ve kapanış olmak üzere iki sezon oynanan lig maçlarında River Plate peşpeşe sezon boyunca kötü sonuçlar aldı ve bu süre içinde 6 teknik director değiştirdi. River Plate bu yıl son kez oynanan Nestor Kirchner Kapanış liginde iyi sonuçlar almasına hatta Libertadores Kupası'nda oynamaya hak kazanmasına rağmen, küme düşecek ekiplerin son üç yılın ortalaması alınarak tespit edilen sistem yüzünden play off maçlarına kaldı.

Son 3 senenin ortalamasının alınması 1949'da ligi sonuncu tamamlayan Boca Juniors'ı kurtamak için bulunan bir yöntemdi. Daha sonra bu yöntem rafa kaldırıldı. Ancak 1981 yılında dönemin büyük ekibi San Lorenzo ligi son sırada tamamlayıp küme düşünce federasyon büyük takımların böyle bir sorunla karşılaşmasının önüne geçmek için yeniden "ortalama" sistemini yürürlüğe koydu. Tarihin bir ironisi olarak yeni sistemden ilk yararlanan 1983'de ligi sondan ikinci bitiren River Plate olmuştu. Bir sene sonra ligi son sırada tamamlayan Boca Juniors AFA'nın korumacı sistemi sayesinde küme düşmekten kurtulmuştu.

Ortalama alınarak büyük takımları artık kurtaramayacağını anlayan AFA, bu sezon son kez oynanan Clausura'dan sonra yeniden tek sezon oynanan eski sisteme dönmeye karar verdi. Buna rağmen Arjantin tarihinde ilk defa River Plate, Huracán, Quilmes, Ferrocarril Oeste ve Chacarita gibi 6 şampiyon B liginde oynayacak.

Yeni Akit'ten antik eser yorumu: "Putperest kavimlerin enkazları"

Yeni Akit gazetesi, bir bira markasının sponsorluğunda Çanakkale'de üç tapınak ile bir kilisenin restore edilmesine çıkıştı. Gazete, restore edilen eserleri "putperest ve Hıristiyan kavimlerin enkazları" olarak niteledi.

Gerici medyanın en fütursuzca saldırgan gazetesi Yeni Akit, bu defa da antik eserleri hedef seçti. Gazetede yer alan "Biracının tapınak aşkı" başlıklı haberde "Biracı Tuncay Özilhan, putperest kavimlerin tapınaklarını ihya etmek için canla başla çalışıyor. Efes Pilsen'in sağladığı büyük maddî desteklerle Çanakkale bölgesinde üç tapınak ile bir kilise restore edildi" denildi.

Haberde dile getirilen eleştirilerden biri, bir bira firmasının bu işe sponsor olmasıydı. Fakat haber sponsorluk müessesesinin yerine sadece "bira firması sponsorluğunu" eleştirince, çiğ bir içki karşıtlığına dönüştü.

Haberde asıl dikkat çekici kısım ise, Türkiye'nin kültürel mirasının önemli bir kısmını oluşturan antik kalıntıların "putperest ve Hıristiyan kavimlerin enkazları" olarak nitelenmesi oldu.

Dün de konser iptal ettirdiler
Yeni Akit'in bir başka vukuatı ise, yaptığı tehditkâr haber nedeniyle İsrailli bir grubun konserinin iptal edilmesi oldu.
İlgili haberÇanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Nurettin Arslan'ın başkanlığında, kırk kişilik bir kazı ekibi tarafından Assos Behramkale ve Gürpınar'da yürütülen çalışmalarda Assos Antik Tiyatrosu yeniden ayağa kaldırılıyor, küp ve lahit mezarlar ile bazilikal planda bir tapınak da ortaya çıkartılıyor. Ayrıca Apollon Smintheus Tapınağı ve çevresi düzenleniyor ve Athena tapınağına ait 6 sütunun tamiratı da yapılıyor.

AKP döneminde Başbakanlık tarafından akreditasyon verilen Yeni Akit gazetesi, haberinde "Bira pazarının en büyük firması olan Efes Pilsen, kültürel hizmet adı altında putperest ve Hıristiyan kavimlerin enkazlarını ihya etmeye çalışıyor" ifadelerine yer verdi.

Şirinler çizgifilmi komünizm propagandası mıydı?



Şirinler'in "devrimci", Şirin Baba'nın da "Marx taklidi" olduğu sıkça konuşulan bir efsane. Aslında çizgifilmde her siyasi görüşe yontulabilecek ögeler var. Çizgifilmin aşırı kadın düşmanı ve ırkçı ögeleri ise, unutulmuş görünüyor.

Şirinler çizgifilminin yaratıcısı Peyo'nun doğumgünü olan 25 Haziran, "Dünya Şirinler Günü" ilan edilmiş. Dün Radikal gazetesinde konuyla ilgili yer alan haberde, çizgifilme dair bazı genel bilgiler verildikten sonra, basılı gazetede kullanılan duyuru görselinden de anlaşıldığı kadarıyla asıl "okutması" beklenen ögeye yer verildi: Şirinler çizgifilminin bir komünizm propagandası olup olmadığı.

Bu konu uzun süre dost sohbetlerinde tartışıldı. İddialara göre Şirinler, "komün" biçiminde yaşanılan bir köy modeliyle, Soğuk Savaş yıllarında komünizm propagandası yapıyordu. Buna kanıt olarak çeşitli ögeler bulunuyordu. Örneğin herkesin kıyafetinin aksine Şirin Baba'nın kıyafetinin kırmızı olması "sosyalizme" gönderme, kocaman beyaz sakalı ise "Marx'a" atıf olarak değerlendiriliyordu. Gargamel kıyafetiyle "baskıcı dini kurumları" andırıyordu. Şirinler köyünde para kullanılmaması, Şirinlerin beslendiği şirin çileği tarlalarının herkese ait olması, köyde ibadethane olmaması da iddiayı destekleyen unsurlar olarak öne çıkıyordu.

Başka siyasi görüşler de kendine yontuyor
Fakat aslında çizgifilmde, başka siyasi görüşlere atfedilebilecek unsurlar da vardı. Örneğin dün Radikal'le aynı gün konuya dair bir haber yapan BBC, "Ancak Şirinler'in, her siyasi görüşün kendi perspektifine uygun bulabileceği bir yapısı da var" değerlendirmesiyle çizgifilme dair daha gerçekçi bir yaklaşımda bulundu.

BBC'deki haberde örnek olarak "İngiltere'deki Stafforshire Üniversitesi'nden sosyoloji profesörü Ellis Cashmore, Başbakan David Cameron'un 'Büyük Toplum' projesinde Şirinler'in yansımasının olduğunu söylüyor" ifadesine yer verildi.

Çizgifilmdeki her ögeye tek tek bakıldığında, birçok farklı yönde sonuca varmak mümkün. Yine örneğin büyünün sıklıkla kullanılmasının, "materyalist" düşünceyle uyuşmadığı da söylenebilir. Zaten çizgifilmin yaratıcısı Peyo da "komünizm propagandası" iddiaları için "garip ve gayrıciddi" diyordu.

İddialar bazen gerçekten tuhaflaşmıştı. Örneğin Peyo'nun sadece komünist değil, bir de "Stalinci" olduğu iddiasıyla, ukalalığı nedeniyle sık sık köyden kovulan Gözlüklü Şirin'i bilerek Troçki'ye benzettiği bile öne sürülmüştü.

Kadın düşmanlığı pek hatırlanmıyor
Türkiye'deki tartışmalarda genelde "sosyalizm propagandası var mıydı" konusu ele alınırken, çizgifilmdeki kadın düşmanlığı pek ele alınmıyor. Şirinler köyünde yalnızca bir kadın karakter vardı - Şirine.

Örneğin Brüksel'deki Karikatür Merkezi'nin direktörü Willem de Graeve, Şirinler'de kadın karakterlerin azlığını eğitimde Katolik kilesisinin etkisine bağlıyor.

Şirine nasıl yaratıldı?
Fakat sıkıntı yalnızca kadın karakter sayısının azlığı değildi. Şirine'nin yaratılış hikayesi, açık biçimde kadın düşmanı ve ırkçıydı. Kötü kalpli Gargamel, bir türlü alt edemediği Şirinler'i yenmek için bir "kadın şirin" yarattı ve köye gönderdi. Böylece erkek Şirinler'in arasında "nifak" sokacaktı.

Şirine bir süre kötülük yaymaya çalıştı, fakat sonunda Şirin Baba bir büyüyle Şirine'yi "iyileştirdi". Kötülüklerin anası olan kadın, bu büyüyle iyileştiğinde saçları siyahtan sarıya dönüştü - açık bir ırkçı gönderme. Üstelik "iyi" kadının topuklu ayakkabı ve mini etek giyen seksi bir kadın şeklinde tasvir edilmesi de, dönemin Hollywood kültürünün kadına bakışının bir yansımasıydı.