23 Temmuz 2011 Cumartesi

Cennet Norveç’i kalbinden vurdular








Dünyanın en huzurlu ülkesi olarak anılan Norveç dün iki terör saldırısıyla sarsıldı. Başkent Oslo’da bakanlıkların bulunduğu caddede meydana gelen bombalı saldırının ardından, kente yakın bir adadaki gençlik kampında da bir saldırgan tarafından açılan ateş sonucu çok sayıda kişi hayatını kaybetti.

İki ayrı saldırıda 87 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı
Cennet ülke olarak bilinen Norveç dün kendi topraklarında gerçekleşen ilk terör saldırısının şokunu yaşadı. Ülkeyi kana bulayan ilk saldırı, Başkent Oslo’nun en işlek caddesi Akersgata’da, bakanlık binalarının bulunduğu bölgede yerel saat ile 15.20’de meydana geldi. Şiddetli patlama sonucu ilk belirlemelere göre 7 kişi hayatını kaybederken, onlarca kişi de yaralandı. İktidardaki İşçi Partisi’nin Oslo yakınlarındaki Utöya adasında bulunan gençlik kampında meydana gelen silahlı saldırıda ise 80’den fazla kişi hayatını kaybetti. Saldırıyı gerçekleştiren polis üniformalı kişi yakalanırken, polis, zanlının Oslo’daki bombalı saldırı ile bağlantısı olduğunu açıkladı.

İkinci bomba paniği
Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg’in sözcüsü Sindre Fossum Beyer, o sırada makamında bulunmayan Başbakan’ın güvende olduğunu belirtti. Ancak, başkentte patlamanın meydana geldiği bölge, savaş alanına döndü. Başbakanlık ofisi ve ülkenin en büyük tabloid gazetesi Verdens Gang’ın (VG) da bulunduğu 17 katlı bina büyük hasar gördü. Oslo polisi, olaydan bir buçuk saat sonra patlamaya bir bombanın neden olduğunu açıkladı. Bombanın Adalet Bakanlığı önünde park etmiş bir arabada patladığına dair iddialar ise doğrulanmadı. Olay yerinde başka bombaların da olduğuna dair bilgiler de geldi, TV2 kanalı şüpheli bir paket nedeniyle boşaltıldı.

Sokaklar ceset dolu
Patlamanın ardından iki olarak açıklanan ölü sayısı, daha sonra artarak 7’ye yükseldi. Hükümet binasında da ölülerin bulunduğu belirtildi. Görgü tanıkları ise, yaralıların yerlerde yattığını, bir pencereden sarkan ceset gördüklerini, yollarda cesetlerin olduğunu, Maliye Bakanlığı binasından insanların kanlar içinde kendilerini dışarı attıklarını, Petrol Bakanlığı binasında da yangın çıktığını aktardı. Polis, halkın abluka altına alınan kent merkezini boşaltması talimatı verirken, cep telefonlarının da kesinlikle kullanılmaması çağrısı yaptı. Bulunduğu yer gizli tutulan Başbakanı Jens Stoltenberg ise “Norveç’in çok ciddi bir durumla karşı karşıya olduğunu” söyledi. Kraliyet ailesinin de güvenli bir yerde bulunduğu belirtilirken, polis, asker ve Kraliyet muhafızları kentin güvenliğini sağlamak için görev başında.

Dehşet adası
Oslo’daki patlamanın ardından başkentin kuzeyinde yer alan Utöya Adası’nda iktidardaki Norveç İşçi Partisi’nin her yıl düzenlediği ve Başbakan Stoltenberg’in de konuşma yapmak üzere katılacağı gençlik kampında silahlı bir saldırı meydana geldi. Polis üniforması giyen saldırgan, yaşları 15 ila 25 arasında değişen 560 gencin bulunduğu adada rastgele ateş açmaya başlayınca kamp bir katliam sahnesine dönüştü. Saldırgan tüfek, el silahı ve otomatik silahla kalabalığı tararken dehşete kapılan birçok genç denize atlayarak anakaraya kadar yüzerek kaçmaya çalıştı. Diğerleri ise ormana dağılarak saklanacak yer aradı. Saldırı haberinin ardından adadaki gençlere ulaşamayan aileler korku içinde beklerken, helikopterler ve botlarla acil kurtarma çalışmaları başlatıldı.

‘Saldırılar bağlantılı’
BBC’ye konuşan Evan adlı bir kurtarma çalışanı adada tam bir panik yaşandığını, her tarafta yaralı gençlerin olduğunu anlattı. Ağır yaralıları anakaraya taşımaya çalıştıklarını belirten Evan, aralarında kafasından vurulmasına rağmen hala hayatta olan bir gencin de olduğunu söyledi. Saldırgan kısa bir süre sonra tutuklandı, ancak bu sefer de adada bomba korkusu başladı. Bölge polisi, Norveç televizyonu NRK’ya adaya da bomba yerleştirldiğine dair şüpheler olduğunu belirtti. Araştırmalar sonunda, adada patlamamış bomba bulundu.

SALDIRGAN YAKALANDI
Bombalı saldırıdan sonra iktidar partisinin gençlik kollarının toplantısında ateş açıldı. Polis, saldırıda 80 kişinin öldüğünü açıkladı. Olayda çok sayıda da yaralı var.

Polis kıyafeti giyen saldırgan Oslo yakınında yakalandı. Polis saldırganın 32 yaşında ve Norveçli olduğunu da belirtti.

Saldırganın evine baskın düzenleyen polis, çok sayıda silah, patlayıcı malzeme, asker ve polis giysileri ele geçirildi.

Şüphelinin saldırıları hangi amaçla gerçekleştirdiği henüz bilinmiyor.

Norveç medyası şüphelinin aşırı sağcı ve İslam karşıtı görüşe sahip olduğunu belirtiyor.

Üyesi olduğu NATO'nun Afganistan ve Libya operasyonlarına destek veren Norveç, son dönemde El Kaide bağlantılı yerel gruplarla mücadele ediyordu.

En huzurlu ülke
‘Dünyada yaşanılacak en iyi yer’ anketleri ve araştırmalarının favorisi Norveç, BM tarafından nerdeyse her sene ‘en yaşanılası ülke’ seçiliyor. Ülkede, ortalama ömür 80.5, kişi başına gelir 54 bin 600 dolar.
Utöya Adası’ndaki gençlik kampı kana bulandı.

Yaralılar kendi çabalarıyla hasarlı binalardan kurtulmaya çalıştı.



Hedef Başbakan mı?
İlk saldırının başbakanlık binasının bulunduğu merkeze düzenlenmesinin ve Başbakan Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg’in o sırada binada bulunmadığının açıklanmasının ardından, başbakanın konuşma yapması beklenen gençlik kolları toplantısına baskın düzenlenmesi akıllara, “Hedef Başbakan mıydı?” sorusunu getirdi.

Oslo’daki patlamada, hükümet binası önündeki yaralılara müdahale edildi.



Radikal islamcı örgüt üstlendi
İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en kanlı gününü yaşayan Norveç’teki saldırıların kim ya da kimler tarafından düzenlendiği merak ediliyor. Saldırılardan saatler sonra İslami terör örgütü Ensar el Cihad el Alami, internet sitesinde yaptığı bir açıklama ile saldırının sorumluluğunu üstlendi. Örgüt, açıklamasında, saldırının Norveçli güçlerin Afganistan’daki varlığına ve Hz. Muhammed’e yapılan aşağılamalara bir cevap olduğu belirtilerek, “Sizi saldırı olacağı konusunda uyarıyorduk. Bu gördüğünüz henüz başlangıç, daha fazlası gelecek” denildi. Açıklamalar Norveçli yetkililer tarafından doğrulanmadı. Radikal İslamcılara ait bir başka forumda ise “Amir Ghruzni” adı ile yazan bir kişi saldırıların amacının Norveç Başbakanı’na birliklerini Afganistan’dan çekmesi için bir uyarı olduğunu belirtti.




Kim yapmış olabilir?
- ABD ve BM’nin terör listesinde bulunan Irak merkezli Ensar el-İslami adlı örgütün kurucusu Molla Krekar 2002’de Norveç’e gitmişti. Norveç’te yargılanan fakat hakkında yeterli delil bulunamayan Krekar’ın Irak’a iadesine 2005’te karar verilmiş olsa da, idam edilebileceği endişesiyle karar ertelenmişti. Krekar sınırdışı edilirse “Norveç’in çok ağır bir bedel ödeyeceğini” söylemişti.
- Saldırıların Norveç’in Afteposten gazetesinin daha önce Danimarka’da bir gazetenin yayımladığı Hz. Muhammed karikatürlerini geçen sene yeniden yayımlamasının üzerine düzenlenmiş olabileceği de iddia edildi.
- Polis geçen yıl, ülkede bombalı bir saldırı planladıklarından şüphelendiği El Kaide bağlantılı üç Müslüman’ı tutuklamıştı.
lLibya’daki hava operasyonuna katılan Norveç ordusu, operasyona katılmasından bir gün sonra, ciddi bir siber saldırı ile karşı karşıya kaldı.

Tacikistan'da 18 yaşından küçüklere birçok yasak geliyor

Tacikistan’da parlamentoda onaylanarak Cumhurbaşkanı İmamali Rahman’ın imzasına sunulan yasa ile 18 yaş altı çocukların içki içmesi, bayram günleri hariç camiye gitmesi, dini örgütlerde yer alması, ehliyet alması ve araba kullanması yasaklanıyor.
Geçen ay parlamentonun alt kanadında kabul edilerek onaylanmak üzere parlamentonun üst kanadına sevk edilen "Çocukların terbiyesi ve eğitiminde velilerin sorumluluğu yasası", burada da onaylandı.

Çocukların eğitimi ve terbiyesine yönelik velilerin sorumluluklarını düzenleyen yasa, çocuk terbiyesinde velilerin sorumluluğunu arttırıyor. Yasa, ebeveynlerin, çocuklarının eğitim almalarını, onların hak ve menfaatlerini korumayı düzenlemekle birlikte, 18 yaşın altındaki çocuklarına, topluma karşı girişim ve davranışlarını önlemesini, ahlaksızlık, tecavüz, ayrımcılık ve terör içerikli kitap ve filmleri izlemesi ve okumasını; içki içmesini, bayram günleri hariç camilere gitmesi ve dini örgütlerde yer almasını, ehliyet alma ve araç kullanmasını yasaklıyor.

Yasa ayrıca, ayrıca ilgili devlet kurumlarının izni olmadan çocukların yurtdışına eğitim amacıyla gönderilmesini ve ülkede yasadışı eğitim almasının engellemesini öngörüyor. Bunun yanı sıra velilerin, çocuklarını ağır işlerde çalıştırması yasaklanırken, çocukların okula değerli takı ve ziynetlerle gelmelerini, tarihi ve kültürel değerlere zarar vermelerini engellemeleri de yasa hükümleri içinde yer alıyor.
Yasa, Cumhurbaşkanı İmamali Rahman’ın imzalaması ve basında yayımlanmasının ardından yürürlüğe girecek.

Üniversitede palalı terör


Gazi Üniversitesi’nde bir araştırma görevlisinin küpe taktığı gerekçesiyle dövülmesine tepkiler sürerken Ziraat Fakültesi de satırlı bir grup tarafından basıldı. Kendilerine ülkücü diyen grup, bira içildiği gerekçesiyle okulda terör estirdi.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nce düzenlenen 2. Cansuyu Bayramı nedeniyle gerçekleştirilen kutlama sırasında, üniversite dışından bir grup öğrencilere saldırdı.
Ziraat Fakültesi bahçesinde öğretim üyeleri ve öğrencilerin katılımıyla gerçekleştirilen kutlama sırasında, dışarıdan gelen 25 kişilik grup, fakültenin öğrencisi olmadıkları gerekçesiyle güvenlik görevlilerince uzaklaştırıldı.
Fakültenin önünden ayrılmayan grup, bir süre bekledikten sonra ellerinde sopa ve “sallama” olarak bilinen bıçaklarla fakültenin duvarlarını aşarak bahçeye girdiler.

Ülkücü olduklarını söyleyen, 25 kişilik grup içki içildiğini belirterek kutlamalara son verilmesini istedi. Kısa bir tartışmanın ardından grup öğrencilere saldırdı. Saldırısı sırasında bir öğrenci sopayla aldığı darbe nedeniyle başından yaralandı. Bazı öğrenciler panikle kaçışırken, saldırganlar ellerindeki sopa ve bıçakları rastgele sallayarak çevredekileri tehdit ettiler.

Araştırma görevlisine küpe dayağı

Bu arada saldırganlardan biri, bira standını dağıttıktan sonra elindeki sallamayı kendi boğazına dayayarak tehditler savurdu. Saldırganlardan ikisi özel güvenlik ekiplerince yakalanırken, diğerleri kaçtı.
Yaralanarak arkadaşları tarafından Dışkapı Hastanesi’ne kaldırılan öğrencinin, durumunun iyi olduğu ve taburcu edildiği öğrenildi. Olayın ardından fakülte çevresine çok sayıda polis ve çevik kuvvet ekibi sevk edilirken, güvenlik önlemlerinin yetersiz olduğunu öne süren öğrenciler alkışlarla saldırıyı protesto ettiler.

15 Temmuz 2011 Cuma

Fener Küme Düşer Mi? (O. Gün Ünal)

Düşmez!

Ne Fenerbahçe ne Beşiktaş ne de Trabzonspor küme düşmez!

2,5 milyar liralık bir futbol piyasasından söz ediyoruz.

Türkiye futbolunda sirküle olan para bu civarlarda. Ve henüz cemaatin kontrolü dışında.

Türkiye’nin cari açığı göz önüne alındığında endüstriyel futbolda dönen paranın büyüklüğü bir kez daha anlaşılır. Dolayısıyla son haftalarda yaşadığımız şike/teşvik ve küme düşme meselesini bu eksende ele almak gerekir.

Çünkü operasyonun hedefi herhangi bir takımı küme dürmek değil. Süper lig başta olmak üzere tüm Türkiye liglerini (siz bunu parayı olarak anlayın) kontrol altına almak, bir başka deyişle musluğun başını tutmak.

Şikeyle terbiye ediyorlar şimdi. Şikeyi gösterip hem bu 2,5 milyar liralık havuza hem de NATO’nun inşaat işlerine el atıp bir taşla iki de değil birkaç kuş vuruyorlar.

Suriye’ye olası müdahale, bu ülkenin yeniden yapılandırılmasında inşaat ve enerji firmalarına olağanüstü pazar oluşturacak. NATO müteahhitliği her zaman iyi bir kazanç yolu, egemenlik aracı… Bu işte kimin kârı var ona bakmak lâzım. Bugüne kadar NATO’nun ihalelerinde kim vardı, artık kim olacak?!

Taşın vurduğu bir yer de sokağın kontrol altına alınması, hatta taşan öfkenin mahcubiyete /utanca dönüştürülmesiydi.

Hemen ardından sıraya Trabzonspor başkanı çekildi, ardından da Beşiktaş vitrine kondu. Fenerbahçeli taraftarın sokağa taşan öfkesi baskılandı, üstelik üzerlerine mahcubiyet /utanç gazı döküldü.

Bak! Gördün mü diğer kulüpler de var işin içinde…

2. Cumhuriyetçiler; Yargı, Üniversiteler, TSK’dan sonra artık yeni Cumhuriyetlerini ilân etmişlerdir.

1. Cumhuriyet, tarihin şimdilik tozlu olmayan rafına kaldırılmıştır. Şimdi çaba, mümkün olduğunca kiri pası üzerine boca etmektir.

Kitle Algısı Oluşturmada Süreç…
Süreç, siyasal iktidardan bağımsız işlemiyor. Geniş taraftar kitleleri üzerine yükleniyorlar. Büyük manipülasyon! Biliyorlar ki bu kirli sektörde taraftarları dizginlemenin yolu rakiplerinin de kirini ortaya dökmektir. Hepsini olmasa da bir kısmını.

Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor diğerlerini teslim almak için yeter.

Kitleler üzerinde güç gösteriyorlar ve bir utanç, mahcubiyet yaratıyorlar. Tıpkı Ergenekon sürecinde, tıpkı milyonların sokağa çıktığı Cumhuriyet mitinglerinde yaptıkları gibi; tutunacak bir dal yok! Savunulacak kimse yok! Herkes kirli… Memleketin neresine el atılsa kir pas… 80 yıldır biriken kiri temizliyorlar(!)

Demirören rahat, şimdilik Aysal da…

Doğan Yayın Holding’e ait Milliyet ve Vatan gazeteleri, tüm marka ve isim hakları ve internet siteleri ile birlikte toplam 73 milyon 960 bin dolar karşılığında Demirören ve Karacan Grubu’nun ortak girişim şirketi DK Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş.’ye satıldı.

Ne güzel değil mi?

Ne zaman satıldı? Nisan ayında. Yani henüz şike operasyonu kamuoyu gündeminde değilken, ama teknik altyapısı hazırlanırken.

Dikkat edin, Fenerbahçe’yle başlayan operasyonun ilk günlerini hatırlayın. Operasyonun ilk günlerinin Milliyet ve Vatan gazetelerinin manşetlerini hatırlıyor musunuz?

Tayfur Havutçu’nun tutuklanması büyük bir fırsat. Kim için? Demirören için. Zaten içine sinmemişti Havutçu. Camiadan gelecek baskılar yüzünden de sözleşme imzalamıştı. Şimdi gün doğdu! Kafasındaki yabancı hocayı rahatça Beşiktaş’a getirecektir.

Tayfur Havutçu aklanırsa ya da bir süre sonra serbest bırakılırsa mı? Kirlendi ya artık! Çamur sıçradı ya bir kez... Üzgünüz hocam ama camia ve kulüp bunu kaldıramaz, laflarına şimdiden hazırlanalım…

Aysal, uluslararası enerji konsorsiyumlarıyla Ortadoğu’da etkin bir aktör; İran’ın enerji kaynağı… Belçika, Japonya ve İngiltere sermayesiyle omuz omuza. Uni-Mar şimdilik stratejik dokunulmazlık zırhı altında. Ama şimdilik!

Dikkat edin televizyonlardaki tartışma programlarının seyri değişti. İlk günün kararlı “küme düşsün”cüleri bugün olayın kişiselliğinden, kulübü bağlamayabileceğinden söz ediyor artık. Oyunu biraz geç okudular; ellerine onca gizlilik kararı alınmış ifadeler ve görüntüler tutuşturulduğu halde…

Yazık onlara, zaten kimsenin düşeceği yok ki... Dahası, kimse onların küme düşmesini istemiyordu ki.

Büyük oyun bu kez futbolda oynanıyor. Taraftar canhıraş kendini başkanının arabasının önüne atıyor, ağlıyor, öfkeleniyor. Sanıyor ki kendi kulübünü hazmedemiyor birileri. Oysa o da biliyor elli yıldır şikenin, teşviğin olduğunu, nasılsa herkes yapıyor, bir biz mi?

Yeni bir Dünya kurulmaya çalışılıyor, Yeni Dünya Düzeniydi bir zamanlar adı. 21. Yüzyılın yeni emperyal imparatorluğu… Ortadoğu’ya çeki düzen verilmeye çalışılıyor.

Türkiye’de de yeni bir Cumhuriyet kuruldu, sindire sindire, yavaş yavaş… Kaleleri teker teker alarak.

Önümüzdeki dönemin temel yönelimi futbol kulüplerinin şirketlerle bağlantısıdır. Herhangi bir holding ya da sermaye grubunun futbol kulüplerini satın alması gündemdedir.

Cemaat için, önceki dönemlerin kulüp yönetimlerine adam sokma, masada yer tutma dönemi 2011 Haziran seçimleriyle yeni bir evreye girmiştir. Artık yeni dönem, kulüplerde derin bir tasfiye süreci cemaatin tam kontrolüdür.

Önce dövüyorlar!

Sonra pansuman yapacaklar…

Uluslararası futbol kuruluşlarını ikna edecekler!

İşi kişiselleştirecekler… Birkaç yönetici, birkaç futbolcu, birkaç tutam antrenör, az biraz da hakem sosuyla yemek servise sunulacak.

Kulüpler mi?

Onlar yola devam edecek! Alenen değil ama… Cemaatin gölgesi altında…

O. Gün Ünal

14 Temmuz 2011 Perşembe

Şike soruşturması bir AKP-Cemaat operasyonudur!

Sporun, özellikle kitleleri arkasından sürükleyen bir etkinlik ve seyirlik olarak futbolun siyasetten ve sermayeden bağımsız olduğunu düşünmek saflıktır. Çok tekrarlanmıştır ama yinelemekte sonsuz yarar vardır; tekelci kapitalizm çağında futbol artık bir endüstriye dönüşmüştür. Futbol kulüpleri, onlarca işletmesi, kamu kaynaklarını da kullanan yatırımları ile büyük birer şirket gibidir.

Dolayısıyla futbol bir spor olarak halkçı karakterini, kulüp kültürünü, yarışma duygusunu, dayanışma ve sosyalleşme ortamı oluşturma özelliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Futbolun bir rant, sömürü ve kitleleri yönlendirme aracı haline geldiğini ileri sürmek, artık “kaba solculuk” olmaktan çıkmış, sıradan bir değerlendirme ve tespit haline gelmiştir.

Türkiye’de rejim değişirken, ülkenin büyük kulüplerinin eski konumlarında kalmaları düşünülemezdi. Nitekim bırakmadılar da... Futbol’da şike yapıldığı bir gerçek. Yeşil sahalarda büyük paraların döndüğü, sporun kirlendiği, bir dönem futbolda mafyalaşmanın had safhaya ulaştığı, faşist-kabadayı kırması çetelerin başta transfer piyasası olmak üzere futbola müdahale ettiği, dahası bütün bu kirli ilişkilerin içinde spor basınının da olduğu neredeyse herkesin bildiği bir sır gibidir.

Ancak soru şudur; neden şimdi? Seçimlerden hemen sonra aralarında FB gibi bir tür dokunulmazlığı olan kulüp başkanının da tutuklanmasına yol açan bu soruşturmanın anlamı nedir?

Öncelikle yapılması gereken tespit şudur; Fenerbahçe başta olmak üzere, Süper Lig takımlarına yönelik bu operasyon, rejim değişikliğinin büyük ölçüde gerçekleştirildiğinin işaretidir. Darbe süreci tamamlanmış ve yeni rejim, tıpkı medya gibi önemli “sivil” iktidar alanlarından biri olan köklü kulüplerin yönetimlerini ele geçirmek istemiştir.

I. Cumhuriyet sonlanırken, onunla birlikte, Osmanlı-Türk modernleşmesinin kurumları olan FB, BJK, GS gibi kulüplerde de modernleşmeci kültür tasfiye edilmektedir. Bu operasyonun “temiz spor” ya da “temiz futbol” ilkesi ile gerçek bir ilgisi yoktur. Çünkü üç büyükler diye bilinen FB, GS ve BJK yönetimlerinin ele geçirilmesi söz konusu kulüplerin olağan kongrelerinde denenmiş, ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Durum böyle olunca, tıpkı Ergenekon operasyonlarında yapıldığı gibi Cemaatin adliye-polis örgütlenmesi harekete geçirilmiştir. Şike soruşturması denilen hadise bundan ibarettir.

***

Endüstriyel futbolun sermaye-rant ekseninde bir spor ortamı yarattığı açıktır. Özellikle futbol alanında büyük bir sermayenin döndüğü, on milyonlarca taraftarın iyi niyetinin, duygularının, kendilerini ifade etme ihtiyaçlarının, bir yere ait olma güdülerinin sömürüldüğü bilinmektedir. Futbolun ve taraftarlık durumunun politik yönlendirmeler için kullanıldığı sporla ilgilenen sosyalistlerin öteden beri ileri sürdüğü bir tezdir. Son olaylar bu tezleri bir kez daha doğrulamıştır.

AKP ve Cemaat, sol’un aksine futbolun önemini, milyonlarca insanı arkasından sürükleme gücünü ve bu alanda dönen büyük parayı görüyor ve biliyordu. İktidar üç büyük kulübü ele geçirmek için son bir yıl içinde üst üste hamleler yaptı. ANAP ve AKP’nin değişmez içişleri bakanlarından Abdülkadir Aksu’nun oğlu Murat Aksu’nun Beşiktaş başkanlığına aday olması ilk hamleydi, olmadı.
 Galatasaray’da Adnan Polat’a karşı aday arayışı bir sonraki hamleydi. Bir alternatif yaratamadılar. Adnan Polat’ın kongreyi kaybedince yeni yönetimi “Onlar CHP’li” diye iktidara ihbar etmesinin nedeni budur. Oysa Adnan Polat AKP’ye karşı CHP’den İstanbul belediye başkanlığına aday olmuş, Alevi kökenli bir işadamıdır. Ancak seçimi kaybedince, acınacak bir zavalılıkla AKP-Cemaat iktidarına bu arkadaşlarını “Onlar CHP’li” diye ihbar etmekten kaçınmamıştır. Belli ki Adnan Polat yeni rejimde kendisine yer açmaya çalışmaktadır.

Sıranın Fenerbahçe’ye geleceği açıktı. (Bu arada belirteyim ben Beşiktaşlıyım ve Beşiktaşlı olmayı da seviyorum.) Çünkü kabul etmek gerekir ki, FB I. Cumhuriyet'in en önemli simgelerinden biridir. Büyük bir kulüptür. En yaygın taraftar grubuna sahiptir. TSK içinde en çok taraftarı olan takımdır.

Gerçekte üç büyüklerin tümü, Osmanlı İmparatorluğu’nu 1908 Temmuz (Jöntürk) Devrimi’ne (İkinci Meşrutiyet) taşıyan ve Cumhuriyetin temelini oluşturan atmosferin ürünüdür.

Siyaset ve toplumsal dönüşüm programları sokağa, kitlelere, gündelik hayata simgeler, semboller ve sloganlarla iner. Dolayısıyla simgeleri yeniden düzenlemek ve yeni semboller oluşturmak, her büyük dönüşüm iddiasının taşıyıcıları bakımından olmazsa olmaz bir kuraldır.

Dolayısıyla I. Cumhuriyeti tasfiye etmek ve yerine faşizan bir ılımlı islam cumhuriyeti, bir polis devleti kurmak isteyenler; elbette yasamayı, yargıyı, yürütmeyi ele geçirdikten ve sistemin silahlı güçlerini yeni rejime bağladıktan sonra eski düzenin sembollerine ve simgelerine de yöneleceklerdi. Amaçlarına ulaşıp ulaşamayacakları artık tamamen toplumsal tepkinin alacağı şekle bağlıdır.

***

Medya AKP-Cemaat koalisyonu tarafından daha önce ele geçirildiği için, şike operasyonu sırasında sistemin bütün ideolojik aygıtları harekete geçirilmiştir. Öyle ki, daha düne kadar FB haberlerinden geçilmeyen spor sayfalarının yöneticileri kulüp yönetiminin arkasından birdenbire çekilmiştir. Böylece, başlangıçta gelişen taraftar tepkisi spordaki kirlenmenin de etkisiyle yatıştırılmıştır. Örneğin, sol duyarlılıklarıyla tanınan Beşiktaş Çarşı Grubu bile, “yargılamanın sonunu bekleme ve bu sürede soruşturulan kulüp mensuplarına açık destek vermeme” tavrı almıştır. İlk bakışta doğru gibi görünen bu tavır gerçekte iktidarın başarılı olduğunu göstermektedir.

Çünkü, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinin ürünü olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin yerine, ağır ceza gerektiren suçlara, bu arada örgütlü ve devlete karşı işlenen cürümlere bakmak üzere 2005’te kurulan “Özel Yetkili Mahkemeler ve Savcılıklar” iktidarın denetiminde tam bir paralel adliye niteliğindedir. Başlangıçta kimse uyanmadı. Hatta herkes DGM’ler kaldırıldı diye bu yapılanmayı “demokratik bir gelişme” diye bile yorumladı. Oysa DGM’lerden daha anti-demokratik bir adli yapılanma gerçekleştiriliyordu.

Durum böyle olunca ortaya da çoğu kez şöyle bir tablo çıkıyor; örneğin özel yetkili savcılıklar “çete” suçlamasıyla bir soruşturma başlatıyor, eğer kamuoyundan bir tepki gelirse iktidar “yargı bağımsızlığına saygı gösterelim” ve “yargılama sonucun bekleyelim” diyor. Tam bir dar alanda paslaşma durumu, danışıklı dövüş!

Şike sonuşturmasında da durum böyle. Ortada sonucu beklenen adil bir soruşturma ve yargılama yok, siyasal bir operasyon var. Bu nedenle gerçekte her eylemiyle “masumiyet karinesi”ni çiğneyen hükümet, herkesten önce ve yüksek sesle “yargılamanın sonucunu bekleyelim, yargıya müdahale etmeyelim” demektedir. Asıl şike bu yargılamada ve bu tutumdadır.

***

Geçenlerde Can Dündar da yazdı; iktidar ve rejim değişimlerini FB yönetimlerindeki değişiklikler üzerinden de okumak mümkündür. Örneğin; tek parti (CHP) iktidarı döneminde 1934-1950 arasında FB başkanlığını Şükrü Saraçoğlu yapmıştır. Bilindiği gibi bir dönem başbakanlık da yapan Saraçoğlu’nun adı yeni FB stadına verilmiştir. Demokrat Parti 1950’de iktidara gelince Şükrü Saraçoğlu da FB başkanlığını devretti. FB’nin yeni başkanı DP’li milletvekili Osman Kavrakoğlu oldu.

Kavrakoğlu 27 Mayıs 1960 müdahalesine kadar FB başkanlığı yaptı. DP iktidarı devrilince FB başkanlığına da bir CHP’li, Razi Trak getirildi. Kavrakoğlu Yassıada yargılanıp hapis cezasına çarptırıldı. 1965 seçimlerini Adalet Partisi kazanınca, FB başkanlığına da Süleyman Demirel’e yakınlığıyla tanınan Faruk Ilgaz getirildi. (Milliyet, 12 Temmuz 2001)

12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra da durum değişmiyor. Bugün AKP’nin bir polis operasyonuyla ve siyasal şiddet kullanarak aynı şeyi yapması, değişimin şiddetinden kaynaklanıyor. Çünkü iktidar değil, rejim değiştiriliyor. FB’nin dokunulmazlığı kaldırılıyor.

Hakan Şükür prototipine uygun futbolcular ve bu tiplerin yönettiği kulüpler yaratılmak isteniyor. Siyasal gelişmeler hakkındaki görüşleri sorulunca “gündemi takip etmedim ben bilmem, büyüklerim bilir” diyecek kadar cehaleti paçalarından süzülen Hakan Şükür’ün AKP listelerinden milletvekili yapılması da futbol dünyasına yön gösterecek bir örnek oluşturma projesinin parçası oluyor.

Hatırlayan var mı bilmem ama Hakan Şükür’ün nikah şahidi Fethullah Gülen’di.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Yargıda Ayşe Paşalı hassasiyeti!



Tecavüzcü kocasını affetti yargı, "Ben affetmem" dedi.
Kocası tarafından öldürülen Ayşe Paşalı’dan sonra, mahkemeler eşlerine şiddet uygulayan kocalar hakkında verdikleri kararları katılaştırdı.

Hilal ÖZTÜRK/AHT-ÖZEL HABER

Gaziantep’te karısına silah zoruyla tecavüz eden O.K., kadının şikâyetini geri almasına rağmen ceza almaktan kurtulamadı. Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesi, dava açıldıktan sonra mağdur eşin şikâyetini geri almasına rağmen, ruh sağlığının bozulduğu tespitine dayanarak suçu şikâyete bağlı olmaktan çıkardı. TCK’nın 102/2. maddesine göre tecavüz suçu eşe karşı işlenirse, şikâyete bağlı bir suç haline geliyor. Ancak mahkeme bu düzenlemeyi, kadının ruh sağlığının bozulduğu gerekçesiyle aştı. Böylece O.K. isimli kocayı, bir “Ayşe Paşalı vakası”na daha neden olmaması için 10 yıl hapis cezasına mahkûm etti. Dosya sanığın temyiz itirazıyla Yargıtay’a taşındı.

YARGITAY AZ BİLE BULDU
Yargıtay mahkeme kararını incelerken, tecavüz eylemi silahla gerçekleştirildiği için cezada yarı oranında artırım yapılması gerektiğini de belirtti. Ancak daha fazla ceza verilmesi gerektiği talebiyle Yargıtay’a itiraz yapılmadığı için, bu durumu bozma gerekçesi yapmadı. Yargıtay mahkemenin şiddete ve tecavüze uğrayan kadının şikâyetçi olmamasına rağmen, kocayı hapis cezasına mahkûm etmesiyle ilgili yorumu ve kararı haklı buldu. O.K.’ya verilen hapis cezasını onadı.

‘Evlilikte tecavüz cezalandırılmıyor’
Birleşmiş Milletler’in hazırladığı “Dünyada kadınların ilerlemesi’’ başlıklı raporda, milyonlarca kadının yaşamlarında şiddete maruz kaldığı ve bu şiddetin genellikle eşleri tarafından uygulandığı ifade edildi. “600 milyon kadın, çok güvenli olmayan kötü işlerde yasal olmayan koşullarda çalıştırılıyor’’ denilen raporda, kadınlara yönelik suçların ifşa edilmemesinin bütün bölgelerde ciddi sorun olduğuna işaret edildi. Raporda ayrıca 127 ülkenin, evlilikte tecavüzü cezalandırmadığına dikkat çekildi. 61 ülkenin de kadına kürtaj hakkını sınırladığı vurgulandı.

"Bence Fenerbahçe'ye iftira atıyorlar"



"Bence Fenerbahçe'ye iftira atıyorlar"

Fenerbahçe Kulübü hakkında gündeme gelen iddiaların bir çoğunun iftira olduğunu düşünen Gençlerbirliği Kulübü Başkanı İlhan Cavcav, Sarı-lacivertli kulübün küme düşürülmesine ise ihtimal vermiyor

Şike soruşturmalarının odak noktası olan Fenerbahçe'nin küme düşürülmesine ihtimal dahi vermeyen Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav, ortaya atılan iddialarının çirkin birer iftira olduğunu düşünüyor.

Bu aşamada federasyona büyük iş düştüğünü belirten Cavcav, verdiği demeçte, "Türk futbolunun lideri olan bir kulübün böyle işlere kalkışacağına ihtimal vermiyorum. Güçlü bir kadrosu ve üst düzey olanaklara sahip olan Fenerbahçe'nin maç satın almasının anlamsız olduğunu düşünüyorum. Bazı şeylerin de iftira olduğu kanaatindeyim. Federasyonun alacağı karar, umarım kulüplerimize zarar vermez" dedi.

Fenerbahçe'nin küme düşürülmesinin zor bir ihtimal olduğunu vurgulayan Kırmızı-siyahlı kulübün başkanı, "Yarın Kulüpler Birliği olarak bir toplantı yapacağız ve bu konuyu masaya yatıracağız. Bence böyle bir şey mümkün değil. Aksi takdirde Fener'in küme düşürülme ihtimalini düşünmek dahi istemiyorum. O zaman Türkiye'deki kulüplerin akıbeti meçhul olur" şeklinde konuştu.

Uyanık Lig TV!



Süper Lig'in yayıncı kuruluşu Lig TV'nin, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın şike soruşturması kapsamında tutuklandığı haberinin bomba gibi düştüğü saatlerde Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı 6-0 yendiği maçı yayınlaması kafaları karıştırdı. Tüm Türkiye'nin bu flaş gelişmeye odaklandığı saatlerde Lig TV'nin böyle bir yayın yapması akıllara olası decoder iptallerinin önünde geçmek olarak yorumlandı.
Son bir haftadır binlerce Fenerbahçeli'nin tepki için Digiturk decoderlerini iade ettikleri ve edecekleri konuşuluyordu. Dün akşam Aziz Yıldırım'ın tutuklanmasından kısa bir süre sonra da, Lig TV'de Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı 6 Kasım 2002'de 6-0'lık skorla yendiği tarihi maç yayınlandı. Başkanlarının tutuklanmasının ardından iyice öfkelenen Fenerbahçeliler, bu maçın yayınlanması üzerine sanal alemde "Bu maçı yayınlayıp kendinizi affettiremezsiniz" derken, Galatasaray taraftarları da Lig TV'ye büyük tepki gösterdi ve özellikle Twitter'da konuyu gündeme getirdi. Şu anda Twitter'da "Cimbomlu Lig TV alma" yazısı en çok ilgi gören başlıklar arasında bulunuyor